Nagehan Alçı: Marmara'nın midyelerine ne oldu? Buharlaştı mı bunlar?

Habertürk yazarı Nagehan Alçı, bugünkü köşe yazısında Marmara Denizi'ndeki müsilaj sorununu ele aldı. "Bir gecede sihirli değnek mi değdi, hokus pokus mu yapıldı bilmiyorum ama" diyen Alçı, "Müsilajın Marmara’yı istila ettiği günden itibaren İstanbul ve civarında satılan midyelerin tamamı Karadeniz midyesi, balıkların da yarısı Karadeniz, yarısı Ege balığı haline geldi." ifadelerini kullandı.

İşte o yazı:

‘’Bir gecede sihirli değnek mi değdi, hokus pokus mu yapıldı bilmiyorum ama müsilajın Marmara’yı istila ettiği günden itibaren İstanbul ve civarında satılan midyelerin tamamı Karadeniz midyesi, balıkların da yarısı Karadeniz, yarısı Ege balığı haline geldi.

Hangi restoran ya da midye büfesine sorarsanız sorun hepsi kendinden son derece emin bir şekilde "Abla korkma bizimki Karadeniz midyesi" diyor.

İyi, güzel de Marmara’nın midyelerine ne oldu? Buharlaştı mı bunlar?

Bir günde eldeki tüm midyeler tükendi de yerine Karadeniz’den midye mi tedarik edildi?

Aklımızla bu kadar alay etmeyin Allah aşkınıza…

Balıkçılar da bir ay öncesine kadar çiftlik balığı olduğu aşikar balıkları ‘deniz levreği’, 'deniz çuprası’ diye satarlarken şimdi "Valla yetiştirme hem de havuz" diye satıyorlar.

İşin komiği bu defa da insanlar havuz balıklarından şüphelenir oldu.

Temelde dürüstlük olmayınca üzerine ne koysan durmuyor.

Hayatta karşılığı olmayan onca konu konuşuyoruz dedim ama istisnalar da var.

Bunların başında müsilaj mevzusu geliyor.

Bir aydır Marmara’nın haline, yapılanlara ve gelişmelere bakıyorum ve içim acıyor.

Yapılan temizlik tamamen estetik. Öze dair henüz hiçbir şey yok.

Problemin yüzde 90’ı dipteyken üstteki tabakanın bir kısmını sırf vicdan rahatlatmak için toplasanız ne olur, toplamasanız ne olur?

NASIL BU HALE GELDİ BURASI?

Annem anlatıyor, gençliğinde Yeşilköy sahilinde masmavi bir denize atlarlarmış. Rönepark’ın önünde kayalıklar varmış, oradan elle balık bile tutarlarmış.

Ben de çocukluğunu Marmara’da yüzerek geçirmiş bir insanım. Ama üzülerek söylemeliyim ki annemin anlattığı denizi hiç görmedim. Çok küçük yaşlarımdan beri pırıl pırıl bir su hatırlamıyorum. 80’lerin sonu, 90’ların başında koli basili sorunu ile ilk kez ciddi tedirgin olmuştuk. O dönemden beri tamamen berrak, mavi olmadı Marmara.

Zaman zaman düzelme sinyalleri verdi ancak hiçbir zaman mavi bayrak alan plajlarında bile insanlar gönül rahatlığı içinde yüzmedi.

Fakat bu kötü gidişe rağmen önlem alınmadı, önlemi bırakın göz göre göre deniz, atık cehennemine döndü.

17 Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Sarı’ya sordum.

Dedi ki: "Marmara’da arıtma tesislerinin çok az bir kısmı ileri arıtma tekniklerine sahip. Genellikle arıtma adı altında ön arıtma yapılıyor. Yani sadece katı maddeler ayıklanıyor, bir kenara ayrılıyor. Bu katı atıklar sıvılaştırılıp denizin biraz açığına bırakılıyor.

Yani yıllardır Marmara’ya tuvaletlerimizdeki, mutfaklarımızdaki, fabrikalardaki, tarlalardaki ne kadar çöp, pislik varsa akıyor.

1989’dan beri atık içindeki katı maddeler ayrılıyor, geri kalan dinlendiriliyor, sonra güçlü bir karıştırıcı ile sıvılaştırılıp deniz dibine basılıyor. Yani 32 yıldır Marmara’yı bir atık çukuru olarak kullanıyoruz!"

Ama Sarı yine de iyimser.

Bu korkunç tabloya rağmen şunu da söyledi:

‘‘Moralimizi bozmayalım. Şayet bu atıklar tamamen kesilirse deniz kendini 5 yıl içinde yeniler."