BIST9.693,46%1,77
USD32.5355%0.02
EURO34,7190%0.09
ALTIN2.499,53%0.61

Yazmakla yaşamak arasındaki ilişki-çelişki

Yavuz Bahadıroğlu

Abone OlGoogle News
22 Temmuz 2020 07:19

Profesyonel anlamda yazdığım ilk yazının üzerinden yaklaşık elli (1971-2020=49) yıl geçti. Çeşitli isimlerle köşe yazıları ve kitaplar yazdım. Sanırım yaşadıkça da yazacağım.

ABD eski başkanlarından Lincoln, “ölümden sonra da yaşamak için ya okunmaya değer bir kitap yazmalı ya da yazılmaya değer bir hayat yaşamalı” diyor. Bu anlamda tarih, ebediyeti yaşayan bir sürü isim kaydediyor…

Sonuçta herkesin kaderi başka: Bizim kaderimizde de “yazmak” varmış.

“Yaşayamayan yazar” derler ya, galiba bu söz doğru: Çünkü tüm zamanınızı düşünmeye, araştırmaya ve yazmaya ayırmak zorunda kalıyorsunuz. Bu da özel hayatınızdan fedakârlık etmeniz anlamına geliyor.

Nihayet bir soru kesiyor önünüzü: Yaşamak mı, yazmak mı?..

“Yazmak” diyorsanız, gereğini yapacaksınız: Yani az yaşayacaksınız, çok çalışacaksınız. Bu minval üzere belli bir yaşa gelip arkanıza baktığınızda, yaşanmamış yıllarınızın mezarlarıyla karşılaşabilirsiniz. İçinize ürpertiler düşer, inceden bir sızı dolanmaya başlar yüreğinizde…

Ama artık geçmiş ola: Ne dönecek zamanınız kalmıştır, ne de yaşanmamışlıkları yaşayacak gücünüz…

“Yazmak, yaşanmamışlığı hayata katmak sanatıdır!” demekte teselli ararsınız.

Sonra tekrar “teselli”den “tecelli”ye geçer, “ölene kadar yazma” kararlılığı içinde yeni başlangıçlar yaparsınız.

Babamın dediğine göre, bendenizin, “Yazı Adamı” olacağım çocukluğumdan belliymiş. Bir kere çok meraklıymışım, çok soru sorarmışım. O kadar ki, insanların sabrını taşırır, bazen de kızdırırmışım.

Babam sorularıma kızmaz, hatta teşvik ederdi. Her konuda sabırsız ve aceleci (hemen hemen tüm Karadenizliler gibi) olan babacığım, sıra benim sorularımı cevaplandırmaya gelince sabır küpüne dönüşür, geçiştirmeden cevap verirdi.

Sual sormadığım zamanlarda şaşırır, “Sor bakalım bu neden böyle” diye yüreklendirdi.

Bana hiçbir zaman “sus” demedi, “yeter” demedi, “bıktım” demedi, “anlamazsın” demedi. Bazen kulaklarımı çekti, ama asla aşağılamadı. Arkadaşlarımın yanında asla beni küçültücü sözler sarf etmedi. Hatta arkadaşlarımın yanında benimle iftihar ettiğini hep hissettirdi. Kişilik aşılamaya çalıştı.

Hedefime kilitlenip sağlam adımlar atmayı ondan, sevgi ve şefkati (olabildiği kadar) annemden öğrendim.

Bir gün, bitmez tükenmez sorularımdan sonra, tarih öğretmenim, “Senden çekeceğimiz var” dediğinde, büyük bir keyif almam ve o keyifle sırım sırım sırıtmam bu yüzdendir.

“Sormak”la “bilmek” arasındaki ilişkiyi keşfetmenin tadını hep hissettim.

Öğretmenlerimi sorularımla bunalttığım anları bugün de büyük bir keyifle hatırlıyor, hâlâ da tadını çıkarıyorum.

Yavuz Bahadıroğlu

Akit TV köşe yazarı