BIST9.539,64%0,10
USD32.5021%0.10
EURO34,7600%0.30
ALTIN2.490,12%1.13

Hızlı yaşarken, korona şimdilik hayatın hızını kesti

Yavuz Bahadıroğlu

Abone OlGoogle News
21 Temmuz 2020 07:44

Gazeteciliğe başladığım yıllarda (1971 ortaları) çalıştığım gazetede sadece birkaç daktilo vardı. Tek fotoğraf makinesi de tek muhabirin tekelindeydi. Röportaja giderken elime tutuşturdukları Rus malı eski bir fotoğraf makinesi ile 36 fotoğraf çekip ikisi-üçü sağlam çıkarsa şükrederdim.

Zaman içinde daktilom da fotoğraf makinem de oldu. Elle yazmaktan mekanik daktiloya, sonra elektrikli daktiloya, derken bilgisayara geçtim. El yazısından daktiloya geçişte yaşadığımdan bin beter bir zorluğu bilgisayara geçişte yaşadım.

Bilgisayar elbette daktilodan çok üstündü (hafızası var, anıları yok), ama o da sessizdi. Hâlbuki daktilo sesine alışmıştım. Daktilo sesi sanki beynimin düşünce ve hayal merkezini uyarıyordu (bir zamanlar kovduğu cümleleri toparlıyordu). Birden sessizliğe gömülünce, bocaladım.

Nihayet ona da alıştım.

İlk televizyon yayınını Lâleli’deki bir mağazanın vitrininde gördüm (1971). Hafiften bir “ahmakıslatan” yağıyordu. Benim gibi meraklılar, ıslanma pahasına vitrinin önüne birikmiş, itiş-kakış televizyon seyretmeye çalışıyorlardı.

İlk televizyonumu ise 1974’de alabildim. Tabii ki siyah-beyazdı (ama hayatımız ve hayallerimiz bugüne göre çok daha renkliydi). Haftada üç gün yayın yapılıyordu. Yayın akşam saatlerinde başlıyor, gece yarısı bayrak merasimiyle son buluyordu. Her şey şimdikinden daha resmi, daha asık surat, daha törenseldi. Zaten doğru düzgün program da yoktu (şimdi var mı?).

Kısa süre içinde televizyon renklendi. Tek kanalken çok kanallı oldu. Ardından özel televizyonlar yayına girdi.

Türkiye değişiyor. Kendi buluşu olmayan yenilikler öyle arka arkaya sökün ediyor ki, bazen kavramakta zorlanıyoruz!

Bunca şeyi, hayatın hızlı akışına dikkat çekmek için sayıp döktüm…

Günümüzde daha da hızlı akıyor, hayat. O kadar ki, yetişebilmek için âdeta koşuyoruz! Oturmaya bile vaktimiz yok: Ayakta yiyor, ayakta içiyor (“fast-food”lar durup dururken yaygınlaşmadı), hızla bir yerlerden bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz…

Birbirimizi dinlemeye ve anlamaya vaktimiz olmadığı gibi, hayatı kavramaya da vaktimiz yok. Başta kendi yüreğimiz olmak üzere her şeyi ıskalıyoruz!

Kendi çocuklarımızla iletişimimiz de bozuldu: Çünkü onlar bizden daha hızlı, daha ilkesiz, daha pratik, daha “haşarı” ve “para” odaklı yaşıyorlar...

Ne yaşamlarında “ciddiyet” var, ne aşklarında sebat; zamane gençleri Hüseyin Rahmi’nin “Şıpsevdi” romanındaki Meftun’u yaşıyor: Bohem, ilkesiz, özenti ve kendi kültür değerlerinden kopuk!

El ele tutuşmuş sevdalıların, gün batımını seyreden romantizmini mumla arıyoruz.

Ne kadar hızlı yaşarsanız, hayatı o kadar ıskalarsınız. Belli bir yaşa erişip arkanıza baktığınızda gördüklerinizden ürkersiniz: Gördüğünüz, dolu dolu yaşanmış bir hayatın huzur veren anıları değil, yaşanamamış günlerinizden oluşan mezarlardır. Hayatınızın büyük bir bölümünü gömdüğünüzü fark edip panik olursunuz.

Sonra hatıra devşirmeye çıkarsınız, geçmişinize. İyi şeyler de olduğunu düşünüp teselli bulmaya çalışırsınız.

Nihayet yaşadıklarınız ve yaşayamadıklarınızla geçmişinizi paylaşmak gelir içinizden. Bu yeniden hayat bulmak gibidir: Neden onca insanın anılarını paylaştığını anlarsınız.

Şimdilik Koronavirüs bütün hızımızı kesti: Gelecek ne getirir, bilinmez.

Yavuz Bahadıroğlu

Akit TV köşe yazarı