BIST9.695,66%0,53
USD32.5159%-0.12
EURO34,7971%-0.19
ALTIN2.426,60%-0.14

Ölçülü ve dengeli olalım!

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
20 Haziran 2021 11:21

Hadis-i Şerifte hırs ile kazanmanın meymenetsizlik getireceğine işaret olunur. Hırs, bir nefsanî tutkudur. Daha da çok kazanmak, daha rahat, daha konforlu, daha lüks yaşamak, nefsini ve ailesini daha zengin, daha ferah, daha gösterişli imkânlara kavuşturmak için hırsla uğraşıp durmak; hoş bir hal değildir.

Dünya nimeti iyidir, manevi zenginlik içinde yaşamanın da dünya nimeti ihtiyaçlarıyla ilgili yönleri vardır. Bunların hepsi tamam; ama sınırların ve ölçülerin aşıldığı çok yerler var, çok.

Bu dünya, bin bir çeşit mahrumiyet ve dert içinde yaşayan insanlarla dolu. Hatta bakmayı bilirsek, etrafımız da öyle insanlarla dolu. Altımızda son model arabalar, evlerimiz saray yavrusu, servet içinde yüzüyoruz. Biz cennete bir şey bırakmadık ki! Aldık alacağımızı bu dünyada! Tıpkı Sahabe-i Kiramın bakış açısı gibi olaylara öyle bakıp değerlendirmeliyiz.

Dün yokluk içinde yapmadığımız hataları bugün varlık içinde yapıyoruz, neden? Bu bir gaflet sarhoşluğu değilse nedir? Bir yoklayalım kendimizi.

İşte hassas nokta buradadır: Acaba bu maddî zenginleşme bir manevî kayba yol açıyor mu açmıyor mu? Tarihçiler diyor ki: Maddî zenginleşme ve ilerleme, manevî-fikrî yozlaşmalarla birlikte yürümüştür. Osmanlı’da da böyle olmuştu, daha önceki örneklerde de. Ve bireysel plan, tarih planından çok farklı değildir. Dengeyi kuramaz ve koruyamazsanız, ters orantı kaymaları başlar. Osmanlı’nın duraklama ve gerileme sebeplerini, daha önceki döneminde arayacaksınız. Sonuçları hikâye etmekle sebepleri tahlil etmek birbirinden çok farklı şeylerdir. İslâm dünyasının bugünkü ıstırapları da dünkü hataların sonucudur; ama o hatalara ilişilemiyor. O hatalar konuşulmuyor. Sonra da birileri “mal bulmuş mağribi” gibi saldırıyor. Biz konuşup dertleşsek, halleşsek, aile mahremiyeti içinde sıkıntılarımızı paylaşsak önemli mesafeler alacağımız kanaatindeyim.

İslam, ölçü, denge ve itidal dinidir. Dindarlıkta bile ifrata kaçmayı yasaklayan bir dindir İslam. Daima; öz’e, asl’a, ruh’a, hikmet’e önem verir; biçimleri ve ayrıntıları, onlara tabi olmak derecesiyle değerlendirir. Bu değerleri yaşarsak/yaşatırsak; değersizleşen dünyaya Türkiye’den değer dersi vermiş oluruz. Ya değer kaybımızın farkında değilsek…

Zihin ve dijital işgali önlemezsek; internet esaretini kıramayız. Sömürüldüğümüzün de farkında olmayız. Cesedi kurtarılıp; ruhen/fikren/ zihnen iğfal edilmiş milletler gibi oluruz.

Bir türlü milletin içine, ruhuna, yüreğine, o güzelim samimiyet dünyasına yakın durmayı beceremediler, içlerine sindiremediler. Tanımak, anlamak istemediler. Batı biliyor, anlıyor, fakat bizimkiler hâlâ meselenin önemini idraktan uzak. Her şeye rağmen Türkiye “ağabey devlet” Türk Milleti de “ağabey millet”tir. Gerek Türk dünyasındaki kardeşlerimiz, gerekse Ortadoğudaki kardeşlerimiz “sizin ayağınıza diken bile batmasın. Bizim gözümüze batsın, aman size bir şey olmasın!” diyorlarsa; mes’uliyetimizi müdrik hareket etmemiz gerekmez mi? En son Kudüs’teki şehitlerimizin üzerine örtülen Türk Bayrağı bile içimizdeki devlet ve millet düşmanlarını etkilemiyorsa kavli ve fiili duaya devam etmekten başka çaremiz yok.

Tarihin, coğrafyanın yüklediği misyonu da unutmayalım! Resmî zevata Milleti gücendirmek, Milletin mukaddesleriyle oynamak hayır getirmez. Daha olgun, daha sakin, daha vakur; “millete muhalefet etme” alışkanlığından tamamen uzak, barışçı, kaynaştırıcı tutumlara ve yorumlara ihtiyacımız vardır.

Katliam, vahşet, zulüm ile özdeşleşmiş devletlerin, Batı’nın tedirginlik duyduğu, korktuğu, çekindiği ülke TÜRKİYE değil mi?Bizim manevi-milli yapımızı zayıflatacak olan her şey Batı’ya sevimli gelmiyor mu? Ne kadar yozlaşmak istersen Batı o kadar alkışlamaz mı? Onların ‘sömürü’ hesapları öyle gerektirmiyor mu? En tehlikeli ve en tahripkâr sömürü metodunu günümüzde uygulayanlar (ABD, İsrail’e varıncaya kadar) Batı değil mi? Batılılar, gücü kutsayıp, insanlığa kan kusturmadılar mı? Dünyayı kutsayan, insanı dünyanın tutsağı yapan Batı’nın mı peşinde koşacağız? Şu tarihi hakikatlere itiraz edecek var mı?

Müslümanlar birlik beraberlik içinde olup bu azgın güruhla savaşmadıkça bunların bu zulümleri azalmaz aksine çoğalarak devam eder. Ne BM, ne insan hakları nede bir başka göstermelik kuruluş bu katliamları önleyemez.

Toplum çözülürken, değerlerimiz hızla aşınırken, aile kurumu çatırdarken, eğitim sistemimiz, çocuklarımıza, medeniyet ruhu, ideali, ahlâk, özgüven ve tevazu kazandırmazken, yavrularımız ruhsuz, idealsiz, özgüvensiz, magazinin, sosyal medyanın kölesi yapılırken sessiz, tepkisiz mi kalacağız?

Bir medeniyet, kendi gelişmesi için, insanların hürriyetine, canına kastederse; o’na vahşet denir. Bu vahşetin yıkılmasını geciktiren sebep de, yine Batı Kültürü’nün içinde yaşayanların, yaşantılarını ‘din’ haline getirenlerin gafletidir!

Yüzyıl sonra kurtlar sofrası yeniden kuruldu. Masada bu kez Türkiye’nin kuşatılması ve durdurulması meselesi var. Devlet, ilk defa gerçek anlamda, bu ülkenin has çocuklarının eline geçti. Mutlaka sahip çıkılması gereken çocuklarının.

Türkiye’yi emperyalistlerden, onların devşirmelerinden geri alma mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz! Türkiye’yi teslim etmeyeceğiz. Emperyalistlere diz çökmeyeceğiz. Dik duracağız, dimdik duracağız. Bölgenin kaderi de, dünya barışının tesisinin de Türkiye’ye bağlı olduğunu unutmayacağız/unutturmayacağız. Bu milletin de, bu ümmetin de, bütün mazlumların, mağdurların da umuduyuz.

Rabbim tez günde bu ümmete, İslami vahdet, zulmübertaraf için güç ve cihad şuuru lütfeylesin.

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı