BIST9.079,97%3,10
USD32.3221%0.09
EURO35,1064%0.10
ALTIN2.301,17%1.04

Yetimleri, ihtiyaç sahiplerini ihmal etmeyelim!

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
01 Ocak 2021 10:04

Dinimizin hükümlerini Müslümanlar, hayat tarzlarına tam olarak yansıtmıyorlar. Âdeta vicdanlara hapsedilen, hayata müdahale etmeyen, düşüncede kalan bir din anlayışı da (örnek Müslüman görülmeyince) sekülerizme kayıyor. Üsveyi hasene olarak gönderilen bir Peygamberin ümmeti ‘her hal ve şartta yaşanan/yaşatılan bir dini’ olduğunu göstermeliydiler.

Şefkat, merhamet hassasiyeti içinde yetim büyümüş/büyütülmüş Peygamber Efendimizin izini sürmesi gereken, sünnetini çağa taşıma sorumluluğunun idraki ile hareket eden Mü’minlerin yetimi, öksüzü, dulu, ihtiyaç içindeki din kardeşlerini bu kadar ihmal etmemesi gerekirdi. Şu hadis-i şerifler ve âyet-i celileler üzerinde düşünelim:

“Müslümanlar arasında en hayırlı ev, içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar arasında en kötü ev ise içinde kendisine kötü davranılan yetimin bulunduğu evdir.” Yetim çocuk; üzerine kol kanat gerecek, koruyup gözetecek, arka çıkacak, hayatın zorluklarına karşı her daim yanında olup yardımına koşacak kimselerden mahrumdur. Kur’an-ı Kerim’de yirmi iki ayette yetimlerle ilgili meseleler ele alınmış; iman, ibadet ve ahlak vurgusuyla birlikte Mü’minlerin sevdiği maldan harcama yapması ve iyi davranması gereken yakın akraba, komşu, yoksul, yolcu, köle vb. sınıflar arasında yetimler de zikredilmiştir. “Gerçek hayır ve iyilik, hakiki Müslümanlık, insanlık, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat gerçek iyiler ve hakiki Müslümanlar, kâmil insanlar, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman edenler; sevdikleri malları ve servetleri, can ü gönülden, isteyerek, yakın akrabalara, yetimlere, dullara, kimsesizlere, öksüzlere, çevresi, çaresi olmayan yoksullara, yolda kalan muhtaç yolculara, yardım isteyenlere, medet umanlara, esirler ve kölelerin esaret boyunduruklarından kurtarılarak hürriyetlerine kavuşmasına-borçtan mahkum olanların mahkûmiyetten kurtulmasına harcayanlar; namazları erkanına, şartlarına, vaktine riâyet ederek âşikâre kılanlar, vicdanlarını, servetlerini, sosyal bünyelerini arındıran, berekete vesile olan zekâtı verenler, antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarına riayet edenler, sıkıntılara sabrederek mücadele edenler, hastalığa, açlığa, mallarına ve canlarına gelen zarara tahammül edenler, harbin şiddetli zamanında sabrederek savaşanlar ve kararlı davrananlardır. İşte onlar imanlarında samimi olanlardır. Onlar, işte onlar Allah’a sığınarak emirlerine yapışanlar, günahlardan arınıp, azaptan korunanlar, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan Mü’minlerdir.”(2/177)

Yetime iyilik ve ikramda bulunmaktan sakınma ve onu itip kakma, ahireti yalanlayan müşriklerin özellikleri arasında sayılmış (89/17), “Müslümanlar arasında en hayırlı ev, içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar arasında en kötü ev ise içinde kendisine kötü davranılan yetimin bulunduğu evdir” buyurulmuştur. Allah Teala, “Sakın yetimi ezip kötü muamele etme.” (93/9) diyerek Peygamberimizin şahsında bütün Müslümanları ikaz etmiştir. “Haksız yere yetimlerin, dulların, kimsesizlerin mallarını, paralarını yiyenler, karınlarına ateş doldurmuş, bedenlerini ateşle beslemiş olurlar. Yakında körüklenen alev püsküren cehennemin dehşet verici ateşinde yanacaklar” (4/10) ayeti ise uyarının en üst seviyesi olarak kabul edilebilir. Bu korkunç sonla karşılaşmamak için erken yaşta vefat ederek geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bırakma ihtimaliyle korkup içi titreyen kimselerin, başkalarının yetimleri için de aynı korku ve endişeyi hissetmeleri ve yetimlerin malları konusunda haksızlık ve adaletsizlik yapmamaları gerekir. “Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Zira bu büyük bir günahtır.” (4/2) ayeti, müminlerin haksızlık yapıp günaha düşerim endişesiyle yetimlerin sorumluluklarını almaktan uzak durmalarına sebep olmuş, “Yetimleri deneyin. Evlenme çağına (buluğa) erdiklerinde, eğer reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de fakir ise, aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.” (Nisâ, 4/6) “Sana yetimleri sorarlar. De ki: Onlar hakkında yapacağınız bir ıslah, işlerine karışmamaktan daha hayırlıdır. Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah işleri bozanla düzelteni bilir.” (Bakara, 2/220) vb. Âyetlerin dersi ve ikazını uygulayalım. Peygamberimiz:

“Müslümanlar arasında kim bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde sahiplenirse, -affedilmeyecek bir günah işlememişse- Allah onu mutlaka cennete koyar” diyerek Müslümanları sorumluluk almaya çağırmış, işaret parmağıyla orta parmağına işaret edip aralarını hafifçe açarak “Ben ve yetime kol kanat geren kimse cennette böyle (yan yana) olacağız” buyurarak bu görevi yüklenen müminleri müjdelemiştir.

Peygamberimizin toplumun en çok özlediği reçetesi:

“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, zalimlere de teslim etmez. Kim kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını ortadan kaldırırsa, Allah da onun sıkıntılarından birini ortadan kaldırır. Kim bir Müslümanın günahını, kusurunu örter gizlerse, Allah da Kıyamet günü onun günahını örter.”

Medinelilerden İslâm’la ilk olarak şereflenen Es’ad b. Zürâre Hicret’ten dokuz ay sonra vefat etti. Ölümü sırasında yanında bulunan Efendimiz naaşını yıkayıp kefenledi, namazını kıldırdı ve cenazesinin önünde kabre kadar yürüdü. Vefatından önce üç kızını Peygamberimize emanet etmişti. Peygamberimiz de onun yetimlerini annelerimiz Hz. Sevde ve Hz. Âişe’nin yanlarına yerleştirerek bakımlarını üstlendi, büyüttü ve evlendirdi.

Hayalen de olsa, Peygamberimize sorsak:

“Ey Allah’ın Resulü! Dünyevileşme bizi iyice esir aldı. Kalplerimiz katılaştı.İbadetlerimizden zevk ve feyiz alamaz olduk. Ey Merhametli Nebi, bizlere tavsiyeniz ne olur?” desek verilecek cevabı öğrenmek ister misiniz?

“Kalbinin yumuşamasını istiyorsan, yoksulu doyur, yetimin başını okşa yediğinden ona da yedir.” Aynen böyle buyurmuştu kâinatın efendisi kendisine benzer bir soruyu soran kişiye.

Hayatın bereketi, hayrı ve huzuru imanlı gönüllerin yetim kalplerle buluşmasında saklıdır. Ateş topu ve kan gölüne dönüşen günümüz dünyasında çölleşen ruhların şifası boynu bükük yetimlerin başlarının okşanmasında gizli. Yetimler bizim için bir fırsat, akıbetimiz ve ahiretimiz için de hayati bir imkandır. Acaba ajandamızda kaç yetimin adı ve adresi kayıtlı? Kaç yetimin derdine ortak olduk, kaç dulun duasını aldık? Onları sadece fitre ve sadakalarımızı ulaştıracağımız birer adres olarak mı düşünüyoruz? Yoksa ciddi bir insanlık sınavı, sorumluluk alanı olarak mı görüyoruz? Bu soruları iyice düşünelim ki bir gün Peygamberimizin mübarek yüzünü görmek nasip olursa, bizlere emanet ettiği yetimler yüzünden başımızı öne eğip, mahcup olmayalım. Cennetin vizesi yetimdedir. Dünya yetimleri yüreklerini avutacak tek bir cümleye, “İstemez misin baban Muhammed, Aişe de annen olsun?” diyen bir peygamberin ümmetinin “İstemez misin baban ben olayım?” şeklindeki seslenişine muhtaç. Yetimin çığlığına ses veren aslında kendi dünya ve ahiretini mamur eder. Ömrünü yetimin duasıyla bereketlendirir. Kim bilir belki de cennetimizin vizesi bir yetimin elindedir.

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı