BIST9.524,59%-0,06
USD32.605%0.23
EURO34,7513%0.19
ALTIN2.491,06%0.26

Düşünce cehaleti ve getirdiği bunalımlar 

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
25 Ekim 2020 08:23

İnsanımız rehavet ve konfor içinde huzursuz ve kast sistemi oluşturup orada huzur arayarak yaşıyor. Bilgisayar teknolojisinin oyuncakları, internetin, sosyal medyanın esareti de huzur yerine daha çok huzursuzluk veriyor. Sabır, şükür, kanaat, rahmet, bereket gibi imanlı insanların huzur saçan özellikleri kaybolunca; sadeliği, tabiiliği de unutunca/yaşamayınca huzur arar hale geliyor. Bütün bunlar da İnsansız, münasebetsiz, fikirsiz, düşüncesiz. Fıtrattan uzak bir yapı ve yapılanma. ‘Allah akıbetimizi hayır eylesin’ duasını unutmayalım.

Hani insanın huzuru? Teknoloji dedikleri, yüz bin bomba, yüz bin mermi. Böyle diyesi geliyor insanın, dünyadaki olumsuz gelişmeleri yüreği burkularak izlerken. Hani çağdaşlaşıyorduk? Hani seviye kazanmıştık? Hani yeryüzünde insan kanı dökülmeyecekti? Hani sesten hızlı, ışıktan öte uçaklar yapmıştık? Hani ilkelliklerimizden kurtuluyor, üstün insan, kültür insanı, medeni insan oluyorduk? Hani insan hakları diye bir kuruluş kurulmuştu? Hani iletişim teknolojisi sayesinde yeryüzü küçülüyor, bütüncül bir bakış açısı, global yaklaşım geliyordu hayatımıza? Hani milli sınırlar anlamını yitiriyor, dünya tek ulus olmaya doğru yol alıyordu? Hani lokal değil, küresel ve evrensel değerler konuşuluyordu? Hani dışımızla esvabımızla çağdaş donanımlı insan olmuştuk? Hani savaşları, terörü kınıyor, yeryüzü nimetlerinin adil bölüşümünden yana tavır alıyorduk? Hani insan insana zulüm yapmayacaktı artık? Dışımızı süslerken, içimizde oluşan sefaletin farkında olamadık mı yoksa? İlkelliklerimizi gerçekten sıyırıp atamayıp üzerini kamufle mi ettik? Vitrin değiştirip maske üstüne maske taktık. Bu başka bir virüs maskesi! Bu maske başka maske! Sahte bir estetize operasyonla kin, hırs ve ayrılıklarımızı gizlemeye mi çalıştık? Hani Avrupalı olmak, en azından insanın insana saygısını ifade ediyordu? Hani yeni engizisyonlar, yeni ırk ve medeniyet ayrımları olmayacaktı? Hani ülkeler ve medeniyetler birbirine daha esnek, daha anlayışlı olacaktı? Hani barış içinde birlikte yaşayacaktık? Hani ortak pazarlar, ortak kültür platformları kuracaktık? Hani insanlar aç ve açıkta kalmayacaktı? Hani tabii kaynaklar eşit ve dengeli dağıtılacaktı? Hani açlıktan bir deri bir kemik kalmış Afrikalı çocuk manzaraları kafamızdan silinecekti? Hani her doğan insan eşit haklara sahipti? Kimse inancından ötürü hor ve hakir görülmeyecekti? Bir sürü cevapsız ‘hani’.

Nefsani esaret, onda mukavemet gücü bırakmaz. Onun hayat tarzının ölçüsü nefsidir. Hiçbir şeyle tatmin olamaz. Kazandığı her şey, kaybetme korkularını daha da artırır. Sonunda şahsiyetini de kaybeder, kimliğini de. Şahsiyetini kaybedenin kimliği kendisini rahatsız etmeye başlar. Düştükleri/düşürüldükleri durum da bu! Son yaşadıklarımız şefkatin, merhametin, vefanın, insanı insan yapan değerlerin, zarafetin, kibarlığın, nezaketin kalmadığı bir toplum. İnsanın ve insanlığın olmadığı toplum. Yalanların sahtekârlıkların, ikiyüzlülüklerin, çifte standartların ablukası altında yaşıyoruz.

Yüzyılın dinamikleri millî ve mânevi değerlerin yok edilmesi üzerine kurulmuş demektir. Siz, biz, onlar ve ötekiler bu rezil düzeni nasıl hâlâ yeryüzünün geçerli tek düzeni sayıyoruz? Büyüklük bir enlem-boylam ve kilometrekare meselesi değildir. Büyüklük, insana saygıda son sınıra ulaşabilme asaletidir. Örnek istiyorsanız; kendi medeniyetimizi savaşta da, barışta da insanlığa ‘medeniyet dersi’ni devlet olarak gösteren Osmanlı!

‘Değer hükümleri’ ve ‘değer ölçüleri’ olmadan hiçbir şey olmaz. Değer hükümleri ve ölçüleri, her ilgi alanına yönelik olarak, çeşitli değişim ve yorumlanabilme özellikleriyle vardır. Manevi alanla ilgili bazı değer ölçüleri ve hükümleri değişmez; fakat yorumlanabilir. Elbette ki herkesin her alanda bağlı bulunduğu değer hükümleri ve ölçüleri aynı değildir. Çeşitli dünya görüşlerinin var olması da, bu farklılıklardan doğar. Ayrıca, aynı değer hükümlerine ve ölçülerine bağlı olanlar arasında da, birçok yorum, değerlendirme ve düşünce farklılıklarının görülmesi tabiidir. Tabii (doğal) olmayan şudur: Hiçbir değer hükmü ve ölçüsü tanımayan yahut tanıyormuş gibi görünen, yani boşluktan yahut tutarsızlıktan doğan, ‘nefsaniyet’ten hız ve haz alan aykırılıklar karşısında ne yapacağız? Cevabı; dürüstlük, samimiyet, asli değer ölçüleriyle ve hükümleriyle ilgilidir. Peki, biz bir yanlışı, bir haksızlığı, bir çirkinliği; bir değer hükmüne ve ölçüsüne nispet etmeden nasıl eleştireceğiz? Bana göre böyle, sana göre öyle, saygılar-selamlar! Böyle bir diyalogdan ne çıkacak? Yahut: ‘sen hatalısın, sen yanlış söylüyorsun, senin sözle yahut kalemle ifade ettiklerin önemsizdir’ karalamaları ve iftiraları karşılıklı olarak keyfi bir biçimde söylenilirse, böyle bir hırlaşmadan ne doğacak? Anormaller normalleşti, normaller anormalleşti…

Bazılarının söylediklerinde ölçü bulunamıyor. Doğu’da yok, Batı’da yok; maddide yok, manevide de yok. İlimde yok, fıtratta yok, sanatta yok! ‘Bana göre böyle’ diyor adam. ‘Öyle yorumladım, öyle düşündüm, öyle uygun gördüm’ diyor! Her insanın orijinalliğinden haberi yok. Anlatamıyorsun. Bu durumda olanlar, postmodernizmi pek seviyorlar. Seviyorlar da, başlarına bela olmasın diye postmodernizmin de bir düşünce disiplini içinde tahlil ve teşrih edilmesi davetlerini kabul etmezler! Bunun adı değer ve ölçü buhranıdır.

Düşünce cehaleti, bilgi cehaletine rahmet okutur. Ölçü buhranı, bilgi yığınları ortasındaki düşünce cehaletidir. Bu düşünce cehaleti; benimsenmiş ‘zihin işgali’nin sonucu olan bir mahrumiyettir. Adam halinden memnun, yardım kabul etmiyor! Hayat tarzını din haline getirmiş. Muhasebe ve otokritik yok! Kendinden/nefsinden başka kimseyi dinlemez, dinlemiyor. Peki, genel ilkemiz nedir? Hayatı, insanı, İslam’ı anlamaktır. Nasıl anlayalım? Hiç olmazsa şu âyetin mealini unutmayarak…

“Dengeli bir ümmet kıldık”. Aynı ayetin devamında, Resul’e dikkat çekiliyor:“Siz onu model alasınız, insanlık da sizi model alsın diye.” Dengeli insanı örnek alan bir toplum, elbette dengeli bir toplum olur. Ve insanlık da dengeye kavuşur. İnsanlığın hasreti de bu değil mi?

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı