BIST9.716,77%-0,05
USD32.4917%-0.24
EURO34,9327%0.22
ALTIN2.435,64%0.51

Maziye bir bakıver neler neler bıraktık!

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
24 Eylül 2020 09:16

Değerli okuyucularım, Binali Bey’e vefâ yazısını yazarken geçmişe dalıp gittim. Mazi, bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.

Ömrü (şöyle veya böyle)dâvâ yolunda mücadele ve çile ile geçmiş, ‘imtihan dünyası’nın çeşitliliklerini yaşarken; kaza, bela, hastalıklar, (emri bilma’ruf nehyi anil münkerde bulunurken) insanlarla uğraşmalar, 70’li yıllardan itibaren arkadaşım Muhsin YAZICIOĞLU ile yaşadıklarımız, ‘Türkçü’ ekole karşı ‘Kanımız aksa da zafer İslâm’ın’ parolası, maddi/manevi sıkıntılar… 80 ihtilalinde öğretmenken (sorgusuz sualsiz, o günün şartlarından) 90 gün içeri alınmaktan zor kurtulmamdan, evimdeki (hem de kültür bakanlığının yayınlarından) kitaplarıma el konulması, ideolojik kavgalar… Kur’an Kursunda kalan çocukların yazılı ve sözlülerine bu bir suçmuş gibizayıf verip onları sınıfta bırakmaya çalışanlarla mücadelelerimiz... Namaza gidemememiz için tam Cuma namazı saatine ders konulması, idareciliğim döneminde ‘iftarlarını evinde yapsın’ diye teneffüsleri kısaltarak çocukları velileriyle veya servisle evlerine biraz erken gönderdiğimiz için Cumhuriyet Gazetesi’nin manşetinden ‘Şeriata göre eğitim yapılıyor, laiklik çiğneniyor’ diye beni ve okulu haber yapması, emekliliğimden hemen önce yakın dönemde yaşadıklarım…

Bir TV’de ‘Vahyin Penceresi’nden başlıklı ilmi/seviyeli/kaliteli bir program yaptığım için hem de Hüseyin Çelik’in Millî Eğitim Bakanı olduğu dönemde üç bakanlık müfettişiyle soruşturma geçirmem ceza teklifi… vs.

28 Şubat’ta görevden alınmam (hem de müsteşar Bener Jordan imzasıyla). Suçumuz da başörtülü öğretmenlere (şimdiki aksesuar değil, tesettür emrine uygun olan başörtü) sahip çıkmam, mücadelemizden vazgeçmeyişimiz.

Bu imtihan yolunda sağlığımızı, yıllarımızı, hatta başımızı kaybetsek de ‘fânilikler içinde ebedîlik’ kazanmaya çalıştığımızı da unutmuyoruz. Hangi yaşta/başta olsak da idealistliğimizi, heyecanımızı, dâvâmızı unutmadık/unutmayacağız. Bütün bunların kendi kabiliyetimizle olduğunu söylemiyoruz elbette. Rabbimizin lütfunun, bereketinin, şefkatinin, rahmetinin, tecelli ettiğini düşünüyor, İbrahim sûresi 7. Âyeti olan “…Eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi arttıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!” ihtarını hiç aklımdan çıkarmıyorum. Bunları yazarken de iç dünyamdaki, dertleri, hisleri samimiyet içinde değerli okuyucularımla paylaşarak ‘üsveyi hasene’ olur ümidiyle hareket etmek istiyorum. Dinimiz bir bütün olarak düşünüp yaşama yerine bölük pörçük hale getirildi. Topyekûn bir hayat tarzı olmaktan çıkarılıp Hıristiyanlıkta olduğu gibi protestanlaştırılmaya çalışılıyor. Hayata müdahale etmeyen bir din ve Peygamber... Maalesef buna âlet olanlar da az değil. Neyse uzamasın. Bu halet-i ruhiye içindeki kardeşinizi mazur göreceğinizi ümit ederim.

Mesele Tayyip ERDOĞAN, Binali YILDIRIM meselesi değil.

İdealist adam kalabalıklar içinde yalnız adamdır. Elemini paylaşacak adam arar.

İnsan hislenince şiirle düşünmeye başlıyor.

‘Gitme ey yolcu beraber oturup ağlaşalım/Elemim; bir yüreğin kârı değil paylaşalım.’ (Mehmed Âkif)

Bazen halini anlatamamanın ızdırabı içindedir. ‘Ağlarım ağlatamam, hissederim söyleyemem /Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım.’ (Mehmed Âkif)

Bazen lafının dostu çilesinin yabancısı olanlara seslenir:

‘Lafımın dostusunuz, çilemin yabancısı/Yok mudur sizin köyde çeken fikir sancısı’ (Necip Fazıl)

Bazen gariplik içinde ârif dili anlayan, gönül hâli bilenin yokluğuna üzülür:

‘Garip kaldım bu yerlerde, göz yaşımı silen yok/Arif dili anlayan yok, gönül hali bilen yok’

Bazen ikrah görür, riyakârların arasında kalır. Bunlara mukabele eder:

‘İnsana sadakat yakışır görse de ikrah/Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah.’ (Ziya Paşa)

Dava adamı uysaldır, tahammüllüdür. Ancak;

‘Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum/Kesilir fakat çekmeye gelmez boyunum.’

O, hak bildiği davası uğrunda her türlü tahriki, zulmü yiğitçe göğüsleyerek,

‘Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim/Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim. /Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım/Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım.’

Dava adamı; menfaat, mevki ve şöhret gibi niyet, düşünce ve amellerden kendisini kurtarmalı. Ahiret yolcusu olduğunu unutmayarak maddesiyle manasıyla iyi bir mümessil olmalı ve ömür boyu bunun gayreti bırakılmamalı. İdealist insan tahammüllü insandır. Her türlü isteğini yerine getirenlerin yolu değildir. Dava hizmetçi ister, efendi değil. Zevkine, keyfine, rahatına düşkün olanlar dava kelimesini ağızlarına bile almamalıdırlar. Her türlü gayrete rağmen, bazılarına bazı şeyleri anlatmak mümkün olmayabilir. Hem de hiç ummadığınız kişilerden böyle bir anlayışsızlık görebilirsiniz. Mücadeleden ve mukabeleden kolay bir şey yok. Buradaki mühim farklılık şu: Gücüm yetmediği için yapamamış değilim, gönlüm razı olmadığı için yapmadım. Bedelini göze alarak sabır ve vefayı seçtim. (İnşaallah devam ederiz.)

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı