BIST9.099,83%0,22
USD32.3771%0.10
EURO34,9953%-0.06
ALTIN2.326,02%0.24

Kardeşliğimizi gözden geçirelim

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
21 Eylül 2020 12:01

Peygamberimiz ‘iki kardeş iki el gibidir, biri diğerini yıkar’ buyurmuşlardır. Kardeşlikleri ellere benzetip, birini el, diğerini ayağa benzetmemesi, bir gaye uğrunda diğerine yardımcı olmaları bakımındandır. Dostlarıyla, din kardeşleri ile alakadar olmayanları İmam-ı Gazali Hazretleri, ‘Onun için bir cenaze namazı kıl. Çünkü o artık ölülerdendir’ diyor.

Ashab-ı Kiram’ın gençlerinden Abdullah ibni Ömer diyor ki:

‘Biz öyle bir zaman gördük ki, kimse dinarını, dirhemini Müslüman kardeşinden kıymetli bilmezdi. Şimdi ise dinar ve dirhem bize, Müslüman kardeşimizden daha değerli geliyor.

Tabiin ulemasından Ebû İdris el-Havlani’den şöyle dediği nakledilmiştir: Dımaşk mescidine girmiştim. Bir de ne göreyim, güleç yüzlü bir delikanlı ve başına toplanmış bir grup insan. Bunlar bir konuda görüş ayrılığına düştüler mi hemen o delikanlıya başvuruyor ve fikrini kabulleniyorlardı. Bu gencin kim olduğunu sordum. “Bu Muâz İbni Cebel’dir” dediler. Ertesi gün erkenden mescide koştum. Baktım ki o genç benden evvel gelmiş namaz kılıyor. Namazını bitirinceye kadar bekledim sonra önüne geçerek selam verdim ve: “-Allah’a yemin ederim ki ben seni seviyorum” dedim.

“-Allah için mi seviyorsun?” dedi.

“-Evet, Allah için” dedim. O yine:

‘-Allah için mi seviyorsun?’ dedi. Ben de: “-Evet, Allah için seviyorum” dedim. Bunun üzerine elbisemden tutarak beni kendisine doğru çekti ve şöyle dedi. “- Tebrik ederim seni. Zira ben Resulullah aleyhi ve sellemi şöyle buyururken dinledim:“Allah Teala, “Sırf benim için birbirini seven, benim rızam için toplanan, benim rızam uğrunda birbirini ziyaret eden ve sadece benim rızam için sadaka verip iyilik edenler, benim sevgimi hak ederler” buyurmuştur. Bu ve benzeri bir sürü yaşanıp anlatılanlar kitaplarda mı kalsın? İçinde bulunduğumuz şartlarda hasretini çektiğimiz ‘İslam Kardeşliği’ni yaşayıp yaşatmamız, hem ferdi bakımdan, hem de toplumun huzuru bakımından tek çaredir. Okuduklarımızı, dinlediklerimizi, bildiklerimizi hayatımıza yansıtmadan, (nefsimize ağır da gelse) onları uygulamadan, hal lisanı ile ‘üsve-i hasene’ güzel örneklikliği sergilemeden, ‘ebedî hayatımızın azığı’ olarak görmeden ‘din kardeşliği’mizi tahakkuk ettiremeyiz.

Cemaatler, kendilerine çeki düzen vermelidir. Bu, ‘İslâm kardeşliği’nin yaşanması/yaşatılması için şarttır. Cemaatler, özellikle de tarikatlar, iki eksen üzerinden yeniden yapılandırmalıdır. 1-Cemiyeti korumak, cemiyete kol kanat germek, 2-Cemiyetin İslâmî duyarlıklarını pekiştirmek için gayret göstermek.Eğer cemaatler, tarikatlar çökerse, insan ilişkilerinde sıkıntılar yaşanır. İnsanımızla İslâm’ı buluşturmak zorlaşır. Ehl-i Sünnet Omurgaya da gereken hassasiyet gösterilmez. İHL, İlahiyat ve Diyanet çevresi; cemaatler, tarikatlar, güneydoğudaki medreseler kısaca ‘gönüllü kuruluşlar’ mazlumların umudu, zalimlerin kâbusu olan Türkiye’nin lider ülke olmasına yardımcı olacak bir nesil yetiştirme ideali ve gayreti içinde olmalıdır. Bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan nesil; âlim, ârif ve hâkim şahsiyetler olacak. Mü’minler de, yeryüzünde adaleti, hakkı, hukuku tesis edebilirler. Lüzumsuz, boş (malayani) işlerle meşgul olmayıp kaliteli, vasıflı, öncü bir nesil yetiştirme ihmal edilmemeli. Son yaşanan olaylar, adam yetiştirmenin kadronun, kadrolaşmanın (ehliyet, liyakat, adalet, kalite ve vasıfla olursa) değer kazanacağının canlı misali oldu. İslâmi görevini yapanın hesabı kolay olur. Peki, bizim görevimiz ve dolayısıyla hesabımız nasıl olacak? Cevabi hizmetlerimize el ve gönül birliği ile koşalım. O dinin yaşanmasında örnek alınacak ilk şahsiyet, Peygamber Efendimizdir. Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle bizler için “üsve-yi hasene” (güzel bir örnek)dir. O izi sürelim. O âyetler ve hadisleri hayata geçirelim. ‘Sana göre İslam, bana göre İslam, o kavme göre İslam, şu coğrafyaya göre İslam’ diye bir şey olmaz. İslam, asliyetiyle, muayyendir ve mahfuzdur. İslam’ın asliyetini değiştirici tefekkür olmaz. Tefekkür, o asliyete dayanarak yapılır. ‘Yorum’ da öyledir. İslam, falancanın felsefesi değil, Allah’ın vahy ettiği Hak Din’dir. Allah’ın Resulü, İslam’ı tebliğ etmiştir. Ayrıca kendi sözleriyle, amelleriyle, halleriyle ve bütün hayatıyla İslam’ı yaşamış, tatbik ve talim etmiştir. Son zamanlarda bir kısım ilahiyat öğretim üyeleri, yaptığı konuşmalar ve yazdıkları makalelerle zihin karıştırıcı, itikat bozucu yorumlar yapmaktadırlar. İlahiyatçıların tamamı ile bir derdimiz yok, böyleleri ile derdimiz var. Bu dönemde güvenilir, sorumluluk ve mükellefiyet sahibi din görevlilerinin sessiz kalması da bir tür ‘suç ortaklığı’dır. ‘İslami ilimler’ diye bir kavram var. Nedir İslami ilimler? Tefsirdir, fıkıhtır, kelamdır, hadistir, siyerdir, mukayeseli dinler tarihidir, İslam tasavvufudur. Bir İslam âlimi, bir İslam mütefekkiri, bir İslam bilgilisi; dini bir meseleyi İslami ilimlere göre anlatır. Sen irşad edersin; isteyen alır isteyen almaz. Nasipten sen sorumlu değilsin. Dünyanın gerçek mihverine oturması, İslâm ahlâkı’na bağlı bir düşünce ufkunun açılması ile mümkündür. İslam’ı yaşamak, onu hayatın bütünlüğü içinde yaşamaktır. İslam bir ‘istikamet’, bir ‘kişilik’ kazandıracak ve bu hayatın her safhasını, her işini, o istikamet şuuruyla ve o kişilik sağlamlığıyla yaşamak! Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i seniyyenin yeterince dikkate alınmamasından ve ilmîlikten uzaklaşmaktan vazgeçilmeli. Müslümanların Kitap-Sünnet çizgisinde bir dini hayatı yaşaması ve sürdürmesi, onun hem hakkı hem de kimliğinin gereğidir. Mü’min; imanı için yaşayan, dünyaya gelişini imtihan için bilen, ebediyete kadar iman/küfür mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır. Mü’min ne pahasına olursa olsun kâfirle, münafıkla, Allah ve Rasulünün düşmanlarıyla beraber hareket edemez, birlikte olamaz. Hele şahsî menfaati için din kardeşlerinin karşısında bulunamaz. Kendisini feda eder, dinini feda etmez. Kendisi çiğnenir, düşer, vurulur ama dinini çiğnetmez, dinine, imanına, vurdurtmaz. Günümüzde müşahede ettiğimiz husus, din ve dindarlık konusunda seküler ve dindar çevrelerde yaşanmakta olan ihmal ve abartıdır. İçi boşaltılmış bir dindarlık olmaz/olamaz. Dindarlık, ‘dinde olanı yaşamak’tır. Dinin belirlediği ilkelere ve koyduğu sınırlara riayettir. Keyfi yorumlarını, kendi inanç ve duruşlarını dinin meselesi haline getirmekten vazgeçilmeli. Bu hususta seküler çevrelerle birleşilmez! ‘Dine uyma’ yerine ‘dini kendi hayat tarzına uydurma’ peşine düşülmez. Bunlar yanlıştır, yanlışta da ısrar edilmez. Bizden istenen, akidemizin gereğini yerine getirmek ve imanımızı zedeletmemektir. Mü’minler var iken, onlarla beraber dinimize hizmet etme imkânı duruyorken, kendi din kardeşlerini bırakıp, ellerinden gelse Müslümanları bitirecek insanlardan, nasıl medet umulabilir? Bu sebepledir ki Müslüman’dan istenen, küfrün ve şirkin etkisi altında kalmadan Müslüman olarak yaşayıp, ölmektir. Ölçüler istikametinde düşünemeyen ölçüleri kurcalar!

Allah’ın ipine sarılma, Kur’an ve sünnet etrafında kenetlenmiş olmakla gerçekleşir. Her türlü ihtilafta, Allah ve Rasulünü hakem tayin etmek, nefsimize ağır gelse de ona razı olmak, mucibince amel etmek bizi kendimize, aslımıza döndürecek, âdet haline getirdiğimiz ibadetlerimize yeniden bir ruh kazandırmış olacağız.

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı