BIST9.645,02%-0,50
USD32.5629%0.13
EURO34,8905%0.72
ALTIN2.434,92%0.09

Son yaşanan virüs olayı mahrumiyet eğitimidir

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
09 Ağustos 2020 08:56

İnsan kendi kendine yeten kusursuz bir varlık değildir. O yüzden, tek başına yaşayamaz insan. Kusursuz bir varlık gibi hareket ettiği andan itibaren, insanı bağlayan başka bağların, nefsinin arzularını yerine getirememesi, elindeki (sahibi olduğunu zannettiği) imkanlarını kullanamaması son dönemde çok zor geçen dünyada yaşadığı ve yaşayacağı imtihanı sıkıntılı geçmiştir. Her şeyin Allah’tan geldiği, O’nun izni olmadan hiçbir şeyin olamayacağı düşüncesinin gölgede kalması (hâşâ bu virüsün de Allah’tan bağımsız insanların eseri) gibi inanılması Müslümanları sarsmıştır. İtikâdi ve ameli bakımdan. İnsan iç dünyasına/kendine bakması, kendini anlaması, kendini fark etmesi, kendine gelmesi ve istikâmetini/yolunu bulması için Rabbiyle arasına giren engelleri kaldırması/kaldırma gayreti, Allah’ın insana lûtfudur. Bu mazhariyeti/lütfu anlamayanlar dünyanın kölesi olmaktan kurtulamazlar.

İnsan, işte Allah’ın bu ihsanını fark ettiği ölçüde ve oranda insanlaşır, beşerlikten insanîliğe ulaşır/yükselir.

Allah/Rabbini tanıma, kendi farkının farkına vararak niçin yaratıldığını idrak ederse ‘dünya imtihanı’nı kazanır. İnsan; dünyaya bağlandığı, nefsinin ağlarına takıldığı, arzularının kulu-kölesi olduğu zaman, Allah’a kulluğun yerine imkanlarının kulu/kölesi olur. Araçların kölesi olduğunu fark etmesi, elinde bulunanların ‘emanet’ olduğunu hatırlaması, asıl sahibinin kendini ve kâinatı yaradan Rabbi olduğunu unutmaması yaşanabilir bir dünyanın inşasında görevi olduğunun idrakiyle yaşar.

İnsan dünyada imtihan halindedir. Bu imtihanda başarılı olabilmesi için kendisine akıl, fikir, irade ve güç verilmiş, hayra ve şerre, hakka ve batıla, iyiye ve kötüye, imana ve küfre, itaate ve isyana, şükre ve nankörlüğe kabiliyetli kılınmıştır.

Bizim kulluğumuzun gayesi; yeryüzünde Allah’ın istediği büyük, köklü ve kapsamlı değişim ve dönüşümü gerçekleştirebilmektir. Bu değişim ve dönüşümü gerçekleştirecek kulluk şuurun en belirgin özelliği ise karşısına çıkan bütün engelleri aşabilecek, her hal ve şartta yaşanabilir bir kulluktur. Bizim için kulluk, namaz, oruç, infak, zikir, dua gibi ibadetlerle beraber, yeryüzünün imar ve ıslahı için yapılan her siyasi, ekonomik, askeri ve uluslararası faaliyettir.

Bizim için bu yolda yapılan her teknolojik ve ilmi faaliyet ibadettir. Her basın-yayın ve medya faaliyeti ibadettir. Bu vazife gereği yapılan her sosyal ve ailevi faaliyet, her düşünsel çaba ve hatta bu hedefe yönelik her nefes alış verişi ve her kalp atışı da bir ibadettir.

Dinimiz hayat tarzımızda boşluk bırakmaz. Son yaşadığımız ‘virüs imtihanı’ sadece bulaşıcı hastalıkla izah edilmez. “Çin’de çıktı. ABD’ye varıncaya kadar yayıldı” gibi ifadelerle Allah’tan bağımsız/müdahalesiz bir izah ve yorum itikadi ve ameli bakımdan din kardeşlerimizi sıkıntıya sokar. Hayatın her safhası (doğumdan, ölüme; başlayan ve tükenen ömürden, başlayan kabir hayatı, beklenen mahşer, verilecek hesap/ameller sonucunda gidilecek cennet veya cehennem!) bütün yaşanan ve yaşanacak olanların vahiyden, sünneti seniyyeden, hadis-i şeriflerden başka net açıklaması/rehberliği yoktur. Bu ölçüyle yapılan izahlarda dünya da, ahiret de, ihmal edilmez. Maddi/manevi bütün sebepler/sonuçlar ifade edilir. Vasıta (araç) ile gaye (amaç) karıştırılmaz. Hiçbir şey iptal edilmez.

Tabii bu meseleler, bir iki makalelik değil, kitabî, ilmî, fikrî meselelerdir.

Zor imtihan günlerinde yaşıyoruz. Kazalar, belalar, hastalıklar, ölümler, vs. kısaca uğradığımız (yaşadığımız) âfet ve musibetlere karşı nasıl bir tavır içinde olmalıyız?

Her insan, çeşitli musibetlere maruz kalabilir. Bu musibetler insanın başına bir imtihan olarak geldiği gibi, yaptığı hataların cezası olarak da gelebilir. 3 T’yi unutmayalım!

Tedbir-Takdir-Tevekkül. Acı ve tatlı başa ne gelirse gelsin hepsi Allah’ın takdiri iledir. Her şey Allah’ın iradesi, hükmü ve kazası ile olmuştur. Razı olmaktan başka çare yoktur. Razı olmayıp isyan etmek mümine yakışmaz. “İnsana ancak Allah’ın takdir ettiği şeyin isabet edeceği” bildirilmiştir. Rasûlullah aleyhisselam şöyle buyurdu:

“Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” Peygamber Efendimizin belirttiği üzere Allah Teâla mü’min kuluna büyük değer verir. Bu sebeple onun hem dünyada, hem de âhirette mutlu olmasını ister. Mü’min kulunu dünyada koruyup gözettiği gibi, ahirette de cennetiyle ve cemâliyle sevindirir. Bunca nimetlere ve lütuflara karşılık Cenâb-ı Hak mü’min kulundan, kendini Rab olarak bilmesini ve O’na boyun eğip teslim olmasını ister. Kul bir nimete kavuşunca, hemen o nimeti vereni hatırlamalıdır.

Dünya imtihan dünyasıdır. Hayat yolu inişli, çıkışlı, yokuşludur. Ayağına taş değdiği, başına bir sıkıntı geldiği zaman bunların da imtihanın birer şıkkı olduğunu hatırlamalıdır. Başına gelene derin bir tevekkülle sabretmelidir. Bu acıların kendisine boş yere verilmediğini, sıkıntılara sabrettiği takdirde bu dertlerin kendisine ahiret azığı olacağını bilmelidir. Hadis-i şerifimizde görüldüğü üzere Peygamber Efendimizi hayrete düşüren şey, kulun nail olduğu nimetleri verene şükredince de, şer gibi görünen dertlere, sıkıntılara ve hastalıklara sabredince de sevap kazanmasıdır. Mü’min, başkalarına değil, sadece kendisine verilen bu güzelliği görmeli ve haline şükretmelidir. Fakir, ‘neden hep ben sıkıntı çekiyorum?’ diye hayıflanmamalıdır. Hasta ‘neden dertler hep beni buluyor?’ diye şikâyet etmemelidir. Çünkü bazı insanlar, her istediğine sahip olunca yolunu kaybeder. Bazı insanlar da yokluk çekince isyankâr olur. İşte bu sebeple zenginlik gibi fakirlik de bir lütuftur. Fakir yokluğa sabretmeli, zengin varlığa şükretmelidir. Aynı şekilde hastalık da bir nimettir. Dertler ve acılar, sabreden mü’mini, hiçbir hayır ve ibadetin eriştiremediği cennetteki yüksek derecelere kavuşturur. “Elbette Rabbimiz Allah’tır” diyenler ve sonra da tahriklere aldırmadan emredilen yolda sabır ve sebatla yürüyenler için, ne gelecek endişesi vardır, ne de geçmiş korkusu.” Yeryüzüne ve insanlara gelen musibetlerden arız olan hadiselerden, zuhur eden hayrı ve şerden hiçbir şey kendiliğinden meydana gelmez. Ancak Allah’ın izni ve dilemesiyle meydana gelir. Çünkü her şeyi yaratan, ilmiyle kuşatan Allah’tır. O’nun izni dışında bir şeyin vücut bulması mümkün değildir, Allah’ın izni olmayınca hiçbir kimsenin istemesiyle çalışmasıyla gayretiyle kimseye bir bela bir musibet bir eza kısaca hiçbir şey olmaz, Allah’ın izni olmayınca bir yaprak bile yerinden oynamaz. “Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse ölmez, (ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır) Bu inanç, akide dengeli hareket ettiği zaman problem yaşamaz, insana bu dengeyi her hal ve şartta bunalımsız yaşamayı sabır ve şükür dengesini sağlamayı iman meydana getirir. Eğer, bu imanın icaplarını yerine getirirse belalara sabretmeye nimetlere şükretmeye Allah onu muvaffak kılar. Allah herkesin imanını, nifakını, küfrünü, itaat ve isyanını bilir. Ameline göre karşılığını verir. Her şey, ancak Allah’ın izniyle olur. Allah’ın olmasına izin verdiği her şeyde de bir hikmet vardır. Başa gelen musibetlerde de nimetlerde de. Mü’min, başına gelenlere /Allah’ın takdiri böyleymiş/ diyerek teselli olur. Metanetini korur, verilen nimetlerle de mağrur olmaz. Son yaşanan virüs olayı, mahrumiyet eğitimidir. Hiçbir şey senin değil, kendinin zannettiğin her şey sana ‘Allah’ın emaneti’dir. Gereği gibi şükür, nimetin gerçek sahibini bilmektir.

Rabbimiz bizleri, şeytandan, fitneden, fesaddan, cehaletten berî kılıp, karşılaşacağımız zorlu imtihanları başaran, sabır ve şükür ehli kullarından eylesin.

Not! İlgili âyetlerle, Siyer Araştırmaları Dergisi’nin son sayısı ile İsmail Karagöz’ün Âfet ve Musibetler kitabına bakabilirsiniz.

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı