BIST9.716,77%-0,05
USD32.5581%0.06
EURO34,9520%-0.06
ALTIN2.438,32%0.09

AB - Türkiye ilişkilerinde ‘yaptırım’ şantajı

Sabri Balaman

Abone OlGoogle News
15 Aralık 2020 09:50

Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin liderlerinin katıldığı Brüksel’deki zirve yapıldı. Beklenildiği gibi Türkiye aleyhine yaptırım kararı çıkmadı. Aslında Çin ve Asya piyasaları COVİD-19 nedeniyle insan ve mal dolaşımı sınırlamışken; AB ülkelerinin burnunu dibindeki fabrikası olan Türkiye’ye AB neden yaptırım uygulamak istiyor? Sorusu. Aslında Türkiye’nin yakın coğrafyasında (Libya, Azerbaycan, Irak, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Suriye) bağımsız politika izlemesinden ve ‘uslu’ durmamasından kaynaklanıyor.

Elbette devletin görünen yüzü olan Sayın Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan ve Hükümetini zor durumda bırakmak; halk nezdinde değerini düşürmek; ekonomik krizi daha da derinleştirerek hem Türkiye hem de Erdoğan hizaya getirilmek isteniyor.

Oysa AB’de yaptırım ile ilgili genel bir konsensüs söz konusu değil. Özellikle İngiltere, Almanya, İtalya ve İspanya karşı. Her ne kadar İngilizler AB’den çıkmış olsalar da; tam anlamıyla bağlarını koparmış değil. Kıta Avrupasını siyaseten şekillendirebiliyor. Yaptırım kararını uygulamak isteyen ülkeler, aslında Türkiye’yi ekonomik olarak çökertmek isteyerek, içine kapanık yakın coğrafyasıyla ilişkilerde Türkiye’nin elini kolunu kırmak isteyen başta Fransa ve Yunanistan geliyor. Bu ülkeleri Rum Kesimi, Avusturya, Portekiz, Hollanda, İsveç ve Danimarka takip ediyor. Aslında bu ülkelerde AB içinde ağırlığı olan tek ülke Fransa; yine bu ülkeler içinde Türkiye’de en fazla yabancı yatırımı olan ülke Hollanda’nın durumu kendi içerisinde politik bir tavırdan öteye gitmiyor.

Bu bağlamda Türkiye, ABD’den de S-400 hava savuma sistemlerini aldığı için bir CAATSA yaptırımlarını alabilir. Her ne kadar yazıyı kaleme aldığım saatlerde ABD Başkanı Trump, veto edeceğini açıklasa da; Biden veya Tump’ın en hafif maddeleri onaylaması yüksek ihtimal olarak duruyor.

Handikaplar arasında AB, Doğu Akdeniz, Suriye ve Irak’ta ABD ile eş güdümlü hareket edebilir. Bu eş güdümlü siyasete Türkiye engel olmasın diye ‘yaptırım’ sopasını sürekli olarak bir şantaj halinde Türkiye’nin önüne getirecektir. Nitekim son 6 ayda 2 kere Türk kamuoyu ve Türk Hükümeti AB başkanlar zirvesine odaklanmıştı.

Aslında AB veya ABD’nin Türkiye’nin bağımsız dış politika refleksini engellemek için Türkiye’yi Rusya, Çin,İran, Venezuela ve K.Kore gibi bir engellemeyi düşünüyorsa boşuna hayal kuruyor demektir. Nitekim Cumhuriyet kurulduktan sonra bile yoksul ve fakir Türkiye bile belki siyaseten değil ama fiilen birçok yakın-uzak coğrafyasında kendi hinterlandını oluşturmuştu. Bu bağlamda Türkiye ve dolayısıyla Erdoğan ‘yaptırım’ şantajına boyun eğmeden yoluna devam etmelidir. Ancak bir şekilde AB ve ABD’yi ürkütmeden ‘birlikte çalışabilmenin’ yollarını aramalıdır. Bunun için ağırlık vermesi gereken alan ‘Kamu Diplomasisi’ olmalıdır.

Elbette AB ve ABD’nin yaptırım şantajları sürdürebilir değil. Ancak Türkiye’ye biraz daha zaman kazandırmak için ekonomi, savunma sanayi, demokrasi, teknoloji, otomasyon, kültür, eğitim, sağlık ve dijital yazılım alanlarındaki eksikleri/açıkları kapatmak için bir ikmal/zaman kazanmak olarak değerlendirilebilir.

Bundan 106 yıl önce ülkemizi işgal etmiş olan Fransa, İtalya, Yunanistan ve Ermeni çetecileri ‘güvenlik tehdidi’ olarak görmeyen bir Türkiye’ye gelmiş durumdayız. Nitekim AB ve ABD bir süredir süregelen milliyetçi eko-politik dalga ciddi bir yıkıma doğru bu ülkeleri götürüyor. Birçok AB ülkesi ve ABD ekonomik açıdan zor durumda ve siyaseten de kutuplaşmanın ortasındadır. Milliyetçi ekonomik politikalar ülkeleri içine kapanık haline getirmiş, daha fazla insan hakları ihlali, daha az sosyal devlet anlayışına itmiş, bolca nefret ve küfür söylemini, daha çok ‘düşman’ travmasını nüksettirmiş ve ülkeleri ‘güvenlikçi’ bir paradigmaya hapsetmiştir. Dolayısıyla ‘Birlik’ Avrupası, artık ‘Parçalı’ bir Avrupa yapısı haline gelmiştir.

Sonuç olarak bugünün ABD ve Avrupasında, siyah, müslüman, yoksul, göçmen, LGBT mensubu olduğunda milliyetçi aksın nefret ve ötekileştirilmiş tutumuna maruz kalıyorsunuz. Bu durum milliyetçi partilerin son 5 yılda revaçta ve popüler olmasına neden olmuş olabilir. Ancak muktedir iktidar olmasına neden olacak kadar ileri gitmemiştir (Macaristan hariç) Dolayısıyla AB’deki bu dalga devam ettikçe AB ülkelerin güç kaybetmesi haliyle ekonomi, demokrasi, insan hakları, dış politika da düşüşe geçmesi kaçınılmaz. Elbette Türk ekonomisinin kırılganlığı yaptırım hassasiyetini artırıyor. Ancak ABD ve AB’nin ömrünün çok uzun olmayacağı aşikar.

Ünlü fizikçi Albert Einstein›ın dediği gibi “Milliyetçilik bir çocukluk hastalığıdır.” Einstein bunu söyleyerek daha kendini geliştirememiş ve kafasını kumdan çıkarmayan zihinlerin sevebileceği bir olguyu tanımlıyor. Milliyetçilik, emperyalizmin silahıdır. Özellikle de İngilizlerin. Mesela Hindistan, Pakistan ve Bangladeş yıkıcı ve bölücü etnik milliyetçiliğin alameti farikasıdır. Özellikle etnik temelli milletçilik bir zihne girdi mi; artık o zihnin iflasıdır. Zira AB ülkelerinde İskoçya-İngiltere ve İspanya-Katalonya gibi birçok ülke de ayrılıkçı hareketlerin bir domino etkisi yaparak daha küçük etnik temelli ayrılıkçı hareketleri tırmandırması yüksek bir ihtimal. Çünkü milliyetçilik önce insanlara üstünlük ve ezilmişlik duygusu yükler. Ardında da ikinci aşamada eylem gerekli olup; ve inancın faşizme, ırkçılığa dönüşme evresine sürekler. Bu durumda toplum genelinden sizi uzaklaştırır. Yalnızlaştırır. Vesselam.

Sabri Balaman

Akit TV köşe yazarı