BIST9.693,46%1,77
USD32.5355%0.02
EURO34,7190%0.09
ALTIN2.499,53%0.61

Türkiye’de neden bir İngiliz düşmanlığı yoktur?

Mustafa Armağan

Abone OlGoogle News
31 Temmuz 2022 12:16

Hakikaten neden bir İngiliz düşmanlığı yoktur bizde? Hatta 1960’larda beliren Amerikan düşmanlığının binde biri kadar bile yoktur İngiliz düşmanlığı? Halbuki Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayanlar da, Çanakkale, Kutul Amare ve diğer cephelerde yüz binlerce şehidimizin kanını dökenler de, İstanbul’u işgal edenler de, Yunan palikaryalarını Anadolu’ya sürenler de İngilizler olduğu halde neden kimse ağzını açıp İngilize bir şey demez?

16 Mart 1920 günü Şehzadebaşı Karakolunu alçakça basıp 4 askerimizi öldüren, 10 askerimizi yaralayanların İngilizler olduğu bilindiği halde 16 Martlarda neden İngilizler kınanmaz? Oysa eskiden 16 Mart’ın yıldönümleri özellikle İstanbul’da millî matem olarak anılırdı. 1930’lara kadar 16 Mart’ı anma törenleri yapılırdı liselerde bile. Ancak İngilizlerle iyi ilişkiler kurmaya başladığımız 1930’lu yıllarda ilginç bir şekilde bu törenlerde İngiliz lafı kalktı, yerine soyut bir “düşman” lafı geldi, yerleşti sinsice. Sonra bu anma törenleri de unutuldu. Sonuç: Hatırlayan bile kalmadı 16 Mart şehitlerimizi.

Hafızanız böyle söyle temizleniyor işte. Önce çarpıtma, sonra yerine bir vekil düşman koyma. Ardından tamamen resetleme faslı geliyor.

İngiliz düşman değil, Fransız düşman değil, Yunan düşman değil ama bir tek düşman var. Asıl düşmanlar tereyağından kıl çekilir gibi sıyrılıp yerlerine vekil (proxy) bir düşman bıraktılar: Osmanlı.

Bu sakat eğitim yapısından yetişenler onun için sabahtan akşama kadar Osmanlıya söver de İngilize, Fransıza Yunana ağızlarını doldurup bir tek kelime etmezler. “İngiliz anahtarı” epey maharetli imiş değil mi?

Aşağıda size iki resmî tarih metni sunacağım. Birisi Cumhurbaşkanlığı hukuk müşavirliği de yapmış bulunan 1912 doğumlu Fahri Çoker’in 56 yıl önce kaleme aldığı bir metin. İkincisi ise donanma uzmanı gazeteci Abidin Daver’in 88 yıl önce Cumhuriyet gazetesinde kaleme aldığı bir 18 Mart zaferi yazasından bir parça. İkisinin de ortak özelliği, 1930’ların ortalarından itibaren Türkiye’nin İngiltere’ye karşı tavizkâr tutumları ve İtalya ile İngiltere arasında sıkışıp kalan Türkiye’nin direksiyonunu nasıl İngiltere tarafına doğru çevirdiğini net olarak ortaya koyması.

Şimdi ilk metnimizi okuyalım (parantez içindeki açıklamalar tarafımızdan eklenmiştir):

İngiltere ve Fransa ile ortak hareket

“17 Eylül 1937 tarihinde saat 21.30 da Atatürk gene İzmit istasyonunda tevakkuf ettiler (durdular). Vagondan dışarı çıkıp, vali ve diğer karşılamağa gelmiş olan zatların ellerini sıktıktan sonra, tekrar vagonlarına girdiler. Ve benimle kurmay başkanımı içeri aldılar ve bu sefer yalnız bana müteaddit (birçok) sualler sordular, cevap vermek için hayli zahmet çektim ve terledim. Bir mühim sual de şu idi:

“― Marmara’da sık sık meçhul denizaltı gemileri görüldüğü rapor ediliyor. Akdeniz’de meçhul denizaltı gemilerinin zararlı hareketlerde bulunduklarını işitiyoruz. İngiliz ve Fransız hükȗmetleri bu meçhul denizaltı gemilerini takip etmek için, muhrip filotillalarını kullanmak arzusundadırlar. Türkiye’nin de bu harekâta iştirâk etmesini istemişlerdir. Siz ne dersiniz?”buyurdular.

Ben de cevap olarak: “― Meçhul denizaltı gemilerinin İtalya’ya ait olduğu muhakkaktır. Türkiye’nin, bu denizaltı gemilerini takip hareketine katılması İtalya ile bir harbi göze almak demektir” deyince Cumhurbaşkanımız bana: “Antalya sahilimize öteden beri ihtiraslar besleyen İtalya’ya karşı, İngiltere ve Fransa ile müşterek olarak bir harbe girmemiz fena mı olur?” diye sordular.

Ben de: “Biz askeriz, yalnız muharebe etmesini biliriz. Harbe karar vermek yüksek devlet ricalinin ve Meclisin bileceği bir iştir. Yoksa İngiltere ve Fransa ile birlikte bir harbi kabul etmek, elbette çok avantajlı olur” dedim. Bunun üzerine Cumhurbaşkanımız:

― İşte bu meselede, Hükȗmet ve Genel Kurmay Başkanı ile anlaşamıyoruz. Seni yarın, İstanbul’da bulunan Mareşal (Fevzi Çakmak) dâvet edecektir. Bu vaziyeti ve kuvvetli mucip sebepleri kendisine anlatırsınız” dediler. Ve birçok iltifatlarda bulunarak istasyondan ayrıldılar.

Ertesi günü, Mareşalin yanında bulunan, denizaltı gemileri kumandanı Yarbay Zeki (Işın) telefon etti ve donanma kumandanının nerede olduğunu sordu. Ben de Gölcük’te olmasının muhtemel olduğunu söyledim. Başka bir konuşma olmadan telefonunu kapattı. Acaba donanma kumandanı veya Üssü Bahrî (Deniz Üssü) kumandanı kelimelerinde yanlış bir anlaşılma mı olmuştu yoksa, Mareşal benimle karşılaşmamak için kasdî olarak mı bu yanlış hareketi yapmıştır, bilemiyorum.

Ben de bu büyük ihtilâflı meseleye, durup dururken karıştırılmış olmamak için, üzerinde fazla durmadım.” (Fahri Engin, “Büyük Atatürk ve Deniz Kuvvetleri”, Yakın Tarihimiz, Cilt 4, 1963, s. 33-36.)

İngiltere’ye tek taraflı misakla bağlanmıştık

İkinci metnimiz ise aynı hadiseyi farklı bir açıdan değerlendiriyor ve İngiltere’nin iki taraflı yardım misakından çekilmesine rağmen Türkiye’nin inatla tek taraflı olarak İngiltere’ye bir tecavüz vaki olursa onun yardımına koşacağını beyan ettiğini ortaya koyuyor. Buna karşılık bize bir tecavüz olursa İngiltere yardım etmeyecektir!

Buyurun okuyun bu 1934 tarihli ibretlik metni:

“Türk-İngiliz dostluğunun temelini atan, bizzat “Ebedi Şef Atatürk” idi. İtalya zavallı Habeşistan’a musallat olup da Milletler Cemiyeti İtalya’ya karşı zecri tedbirler almağa karar verdiği zaman, İngiltere Akdeniz devletleri ve bu arada Türkiye ile de iki taraflı bir yardım paktı imzalamıştı. O zaman İngiltere, İtalya’nın herhangi tecavüzî bir hareketine karşı Türkiye’nin otomatik surette harbe iştirak edip etmeyeceğini sorunca, Atatürk Türkiyesi bilâ tereddüd, evet, demişti. Sonra, Habeş faciası malûm şekilde neticelenince, İngiltere, İtalya ile anlaşabilmek ümidile Akdeniz devletleri ve bu arada Türkiye ile yaptığı iki taraflı yardım misaklarını feshetti. Hatırlarda olsa gerektir ki o zaman Atatürk ve İsmet İnönü, Türkiye’nin bir taraflı olarak bu muahedeye sadık kaldığını ve eski taahhüdlerini aynen muhafaza ettiğini İngiltere’ye bildirdiler. Eğer İngiltere, İtalya’nın Akdeniz’de bir tecavüzüne maruz kalırsa, Türkiye İngiltere’ye gene yardım edecekti. Böylece, iki taraflı pakt, bir taraflı bir misak oldu; yani Türkiye, mukabil yardım istemeden İngiltere’ye yardıma hazırdı.” (Abidin Daver, “Tarihin seyrini değiştiren zafer: 18 Mart”, Cumhuriyet, 18 Mart 1934, s. 1 ve 3.)

Bu metinleri okuduktan sonra tekrar soralım:

Türkiye’de bir İngiliz düşmanlığı neden yoktur?

Neden olsun ki?

Mustafa Armağan

Akit TV köşe yazarı