BIST9.530,40%-1,54
USD32.4962%0.20
EURO34,6031%0.40
ALTIN2.482,84%-0.01

“Evliya Çelebi’nin İzinde” bir bayram

Mustafa Armağan

Abone OlGoogle News
10 Temmuz 2022 09:01

Arefe sürprizi diye buna derim ben. Zil çaldı. Kargocu. Elinde iki paket tutuyor. Acaba ne var içlerinde? Aldım, ne olacak, kitap tabii ki. Açıyorum ilkini. Aydın’daki Adnan Menderes Müzesi’nin nefis bir surette basılmış kataloğu ile 27 Mayıs darbesinin ilk şehidi Namık Gedik hakkında zengin görsel malzemeye sahip bir kitap.

Ya diğeri? Paketi açınca “Aaa” diyorum gayri ihtiyari. Daha birkaç gün önce bir talebemle Evliya Çelebi yazılarımı toplayalım diye konuştuğum süzülüyor bir anda aklıma. Ne tevafuk. Bu bir Evliya Çelebi kitabı. Adı Evliya Çelebi’nin İzinde. Benim de üyesi bulunduğum TURİNG Kurumu’nun itinalı bir şekilde neşrettiği kitabı aziz dostum Bülent Katkak lütfedip göndermiş. “Aaa”nın ikinci sebebi ise yazarının Edebiyat Fakültesi’nden kadim arkadaşım Hayati Develi olması.

Hayati Develi kitabın üzerine ismini “Prof. Dr.” unvanı ile yazmayacak kadar akademik “finess” sahibi titiz bir araştırmacı. Mevki ve makamlarını atlıyorum ama Türkiyat sahasında ülkemizin yetiştirdiği en kıymetdar kalemlerden biri.

Evliya Çelebi’nin İzinde kitabı bir bakıma 10 ciltlik seyahatnameyi okumaya vakti olmayanlar için hem bir özet, hem de okuduklarında bile anlayamayacakları kapalı noktaları izah eden bir rehber mahiyetinde.

Ben kitabın sayfaları arasında kaybolurken sizi Evliya Çelebi’nin tam da bir Hac vesilesiyle 1672 yılında gittiği Mekke’yi anlattığı bölümü benim yıllar önce özetlediğim haliyle sizlere sunuyor, cümlenizin Kurban Bayramını tebrik ediyorum.

Evliya Çelebi’nin Mekke’si

Kâbe Müslümanların gözünde, diğer dinlerde olduğu gibi, İslam’ın da kökeninin somut sembolüdür. Kâbe’ye gelmek, kişinin kendi kökenine dönmesi demektir.

Seyyid Hüseyin Nasr, Kâbe ve Haccın sembolik anlamını bu veciz cümlelerle özetliyor.

Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi, artık âhir ömründedir. Takvimler 1671’i gösterirken 60 yaşındadır ve Peygamber Efendimiz’in aşkından mest olmuş bir halde çoktan Medine’den Mekke’ye revan olmuştur. Evliya Çelebi, Medine’den iki saat uzaklıktaki Hz. Ali Kuyusu denilen yerde ihrama girer. Kalabalık bir heyetle yolculuk edilmektedir ve bu yüzden sık sık göç boruları çalınmaktadır. O devrin şartları içerisinde bu kalabalık kervan, akşam vakti, meşaleler elde, Mekke toprağına adımlarını atar.

Yolda bedevilere rastlarlar, dağları aşarlar, kalelerin gölgelerini yalarlar. Ve tabii en fazla hoşlandıkları yerler su havuzları veya kuyular olur. “Ayn-ı Zerka” adlı suyun Resul-i Ekrem’in gittiği yeri yer altından takip ettiği ve nerede isterse orada yeryüzüne çıktığı rivayetini aktarır; aslında İslam dünyasının çeşitli köşelerinde yedi yılda bir suların yeraltından Mekke’ye aktığı inancıyla birleştirdiğimizde tabiat ile kutsallık arasındaki o çok ince çizginin bir adım daha yakınına gelmiş oluruz.

Hacca maiyetinde gittiği Şam Veziri Hüseyin Paşa, 8 bin askerle Hac yolunda ve Hac sırasında asayişi sağlamakla görevlendirilmiştir. Bir yıl önce vukû bulan büyük bir arbede, Osmanlı Devleti’ni bu tedbiri almak zorunda bırakmıştır. Mekke’nin minareleri uzaktan göründüğünde bütün askerler hep bir ağızdan “Lebbeyk Allahümme lebbeyk” demeye başlarlar. Kâbe’ye yaklaştıkça ağır ağır Haccın havasına girmektedirler.

Safa ile Merve arasını kat ettikten sonra Arafat Dağı’nda vakfeye duracaklardır. Fakat Evliya Çelebi bu; adımlama işlemine burada bile ara vermez ve bu defa bir kalenin değil, bir dağın, Arafat Dağı’nın etrafını adımlar. Bu işlemi bitirdikten sonra “Beş bin adımlık bir küçük dağdır” der. Arafat dağı, pare pare birbiri üzerine yığılı bir “dağcağızdır” (anlaşılan, Evliya “küçük dağ” demek istiyor ama bunu söyleyiş biçimindeki inceliğe, sevgi tonuna dikkat edilsin!). Bu “pare pare” oluşun sebebi ise Cenab-ı Hakk’ın Cemali kendisine tecelli ettiğinde dayanamayıp paramparça olmasındanmış!

Şu ilginç paragrafta Evliya Çelebi’nin, neredeyse bütün seyahatnamesinin bir muhasebesini yaptığına şahit olacağız:

“Burada, Hz. Âdem (makamının) mihrabında iki rekât namaz kılıp sevabını baba(mın) ruhuna hediye edip, Kâbe’nin doğusuna geçip Kâbe’ye karşı, batı yönüne secde etmek nasip oldu. Mora’da ve Mağrip diyarında doğuya, Tebriz ve Nahcivan’da güneye secde ettik. Allah’a hamdolsun, dünyayı seyahatle dolaştığımız sırada doğuya, batıya, kuzeye, güneye secde ettik. Doğrusu Kâbe, dünyanın ortasındadır.”

Kınalı develer mi ararsınız yoksa en eski nimetin çorba olduğuna dair malumatlar mı? Hepsi Evliya Çelebi’nin renkli dünyası içinde, hem de Arafat Dağı’nın tepesinde birbiriyle buluşur.

Şeytan taşlama işleminde ise sanırım sonradan ortadan kalkmış bir âdetten bahseder. Kurban bayramının ikinci günü, ata binerek şeytan taşlanırmış 1670’lerde. Kâbe’de tavaf bittikten sonra Mina Pazarı’na gelinirmiş. Çelebi, burasının 2 bin ev ve 800 dükkânı olduğundan bahseder. Her evin bahçesinde su kuyusu, hurma, limon, turunç ağaçları vardır. Buranın havası Mekke’den iyidir. Mekkeliler burayı yayla olarak görürler ve 8 ay burada otururlarmış. Hanları, küçük bir hamamı, 40 tane kahvesi ve 70 adet mihrabı varmış.

“Dünyanın her tarafından gelen Hacılar burada yanlarında getirdikleri malları satarlar. Her türlü kıymetli kumaşlar, en kıymetli rengarenk taşlar, cevahir yığın yığın satılır. Dükkân sahipleri müşterilerine mutlaka bir şeyler ikram eder. Herkes memnun ve neşelidir.”

Hacılar, Hüseyin Paşa’nın fermanıyla çadırlarını bayraklarla süsler, bütün develer ziller ve zilbentlerle, bayraklarla donatılırmış. Köslere, Osmanlı davullarına tokmaklar vurulur, güneş battıktan sonra sofralar kurulup yemekler yenir, sonra “iki üç yüz bin tüfeng” birden ateşlenirmiş. Bunun sonucunda sahralar “güm güm” öter, böylece sabaha kadar top ve tüfek şenlikleri devam edermiş. Şenliklerden hoşlanır Evliya Çelebi’nin ruhu. İbadet bile bir şenliktir onun için çünkü.

Harem-i Şerif’in özelliklerini ve tarihini, sütunlarının sayısını, kubbelerinin vasıflarını, minarelerini zikrettikten sonra şu samimi sözler dökülür kaleminden:

“Evvela bu hakir riyasız Evliya vücudumun kuvveti yerinde iken can u yürekten seyahati arzu ederdim. Görüş kuvvetim yüzünden ne tarafa bakıp okumu atsam, nişangâha isabet ettirir, tayy-ı mekân ederdim. Ve rüzgâr süratli atımla diyar diyar gezer ve kalemimi dile getirip kâh şehirlerin vasıfları, kâh peygamberlerin medihleri, kâh Kur’an okumak ve kâh temaşa ettiğimiz büyük şehirlerin kaleleri, nehirleri, dağlarını görüp yazmaya gayret sarf etmiştim. Allah’ın hikmeti, 1082 (1671) senesi hacc-ı şerif oldu. Beytullah’ı tavaf edip bildiklerimizi ve muteber kitaplardan Mekke-i Mükerreme’nin vasıflarını bulup yazmaya cüret ettim.”

Adeta onun bütün gezi macerası, merkeze, yani Mekke’ye varmak içindir.

Mustafa Armağan

Akit TV köşe yazarı