BIST9.086,25%0,07
USD32.3782%0.10
EURO34,9785%-0.11
ALTIN2.325,68%0.23

En Güzel Meyvemiz: Gençliğimiz II

Muhammed Şevket Gökşan

Abone OlGoogle News
24 Mart 2022 08:53

İçinde yaşadığımız çağ, bünyeleri ve bireyleri öğütmekle öne çıkmakta. Bu nedenle, gençlerimizin sahip olmasını zaruri gördüğüm, bizler açısından bir gaye, hedef, ideal olması gerektiğini düşündüğüm bazı hususları kısaca arz etmem gerek. Bu minvalde, öncelikle hayatımızın en güzel meyveleri olan çocuklarımıza kazandırmamız gereken yakinî bir imandır. Bu hakikatle bezenmiş bedendeki ruh, her türlü fitne ve fesat karşısında adeta fitnesavar konumundadır. Yakinî iman hayat yolunda çocuklarımıza, kim oldukları, niçin yaşadıkları/yaşamaları gerektiği bilincini kazandıracak olan bir tılsım olması hasebi ile, en öncelikli atılması gereken adımdır. Ama bu imanı sadece soyut bir ilaha inanma şeklinde değerlendirmemek gerekiyor. Niçin inanacak, neye inanacak ve nasıl bir iman üzere olacak gibi sorular önemlidir. Bundan dolayı yakinî iman, kişiye Allah’a (c.c.) olan imanın farkındalığını kazandıran bir haslettir. Allah ve Resulünün bildirdiği şekilde Allah’a (c.c.) iman etmenin yanında, buna ilave olarak bu Rabbi ile ağını, bağını da kuvvetlendiren bir ubudiyet pratiği ve bilincini de kazandırmak durumundayız. Bunu için de Allah ve Resulü emrettiği için ibadet etmenin yanında, bunların hikmet ve manalarına da vakıf kılan bir bilincin de kazandırılması, her karşılaştığını sorgulayan gençliği açısından bu zamanda önem arz etmektedir. Unutmamak gerek ki, amel olmaksızın sadece söylemsel bir iman ve İslam iddiası sloganik Müslümanlığa, ilmi, hikmeti ve fiili icra boyutu olmaksızın yalın ibadetler ağırlıklı olan bir İslam ise mistik bir din örnekliğine götürür ki, bu her ikisi de sadra şifa, derde derman ve rabbimizin öngördüğü din ve iman olmaktan uzaktır. Onun için İman ettim dediğimiz rabbimiz ile kurduğumuz ünsiyeti, ibadetle, zikrullahla, tefekkür, tezekkür ve tedebbürle, hayatın tüm sahalarında Müslümanca bir irade ve eylemle beslemek sureti ile adeta rabbini görür gibi bir düzeyde tutmayı gaye edinmeliyiz.

Dört bir yandan zamanın fitneleri ile çepeçevre sarıldığımız günümüzde, boğulmaktan bizi kurtaracak can simidi mesabesindeki diğer önemli husus da Kıyamet şuuruna sahip olmaktır. Bu sadece öldükten sonra diriltileceğini bilmekten ibaret değil. Bu bilinç o düzeyde olmalı ki, adeta yevmu’l-arasatı, sıratı, mizanı görür gibi bir şuur ve bilinçte olmalı. Onun için her amelinde adeta rabbini görürmüşçesine, mahşer gününü yaşıyormuşçasına ve cennet ile cehennemi görüyormuşçasına bir yakinî imana sahip olmak gerek. Efendimizin (s.a.s.) model kuşak olarak bizlere sunduğu sahabe nesli ile modern Müslüman arasındaki en belirgin farklardan, en önde gelen hususlardan birinin bu kıyamet şuuru olduğunu söylemeliyiz. Sahabe neslinde bu bilinç o düzeyde ileriydi ki her yapıp ettiklerinde adeta cennete veya cehenneme adımlarını atıyor gibi teyakkuzda yaşamaktaydılar. Bugün maalesef mezkur kıyamet şuuru yitirildiği için olsa gerek, her Müslümanın hayatında olması gereken ilahi otokontrolü sağlayamamaktayız. Bu da tüm kötülüklerin, yanlışlıkların, sapmaların önünü açan bir gedik olarak hayatımızda kendisini göstermekte. Elbette ki bu yakinî imana sahip olma, yalın bir bilgi ile elde edilebilecek bir durum değildir. Bu noktada öncelikle Kur’an-ı Azim’in ağırlıklı olarak 27, 28 ve 29 cüzlerindeki kıyamet sahneleri ile bir bağ kurmak önemlidir. Bununla beraber selefin tecrübesi, örnekliği ile afaki ve enfüsi manada bir seyr u sülûka ihtiyaç vardır. Bu seyr u sülûkun olabilmesi noktasında, herkesin kendilik bilincini yakalamış olması, yani benliğinin/nefsinin farkında olması ve bu farkındalığın bir sonucu olarak kişinin kendini araması, bilmesi, bulması ve kendisi olması gerekmektedir. Bu ifade ettiğimiz kendilik bilincinin oluşması ve ‘Ben kimim?, Nerden geldim?, Burası neresi?, Niye var? Buradan sonra ne olacak, nereye gideceğiz? ve Bizi bekleyen nedir?’ vb. sorulara özünde ikna edici cevaplar bulmak zorunludur. Bu ancak hem uluhiyete (Allah inancı ve onunla bağlantılı olan nübüvvet, ubudiyyet vb. konulara), hem de uhrevi hayata dair yeterli bilgi ve bu bilgilerin ruh bulma hali olan yakinî bir imana sahip olmak ile mümkündür. Bunun neticesi olarak hayata, olaylara İslami, imani bir bakış açısına sahip olmak gelir.

Diğer önemli bir husus da, yaşadığımız çağımızda kulluk yürüyüşünü sürdürmekle memur ve muvazzaf olmamız hasebi ile bu çağdaki her bir Müslümanın özelde çocuklarını eğitimli, bilgili, bilinçli ve kültürlü yetiştirmek zorunda olmalarıdır. Bunun için, İslam’ın da ilk emri olan okuma (nitelikli okuma) günlük hayat programımızın en öncelikli eylemi olmak durumundadır. Bu okumalara dair: öncelikle Ehl-i Sünnet inanç esasları, günlük yaşamımızda kaçınılmaz olan ilmihal bilgileri, ruhumuzun gıdası mesabesindeki Kur’an-ı Kerim tilaveti ve zikrullahtan mevsür (Hz. Peygamberden (s.a.s.) sahih senetlerle rivayet edilen veya müstakim ulemanın talim ettiği virdler) zikirlerin yanı sıra hakikat kaynağı olan İslam medeniyetinin temel kaynaklarına vakıf olmak adına Arap dil ve edebiyatına vakıf kılacak okuma ve dersler olmalı. Yine selefin bıraktığı ilmi müktesebata bizi varis kılacak Akaid, Fıkıh, Tefsir ve Hadis ilimlerini tahsil edeceğimiz bir plan ve program yapmak durumundayız. Bunların yanı sıra İslam klasikleri ve İslam medeniyetine dair daima okumlar yapmakla beraber, yaşadığımız çağı, çağın kodlarına vakıf olabilmek için Batı klasiklerini ve diğer medeniyetleri de iyi okumak durumundayız. Tabi bunu yaparken düşmanına aşık çekirge gibi bir okuma faaliyetinden bahsetmiyoruz. Bilakis düşmanı olan ve varlığını kendisini yok etmek üzerine bina etmiş bu çetin yapıların kodlarını çözmek için okuduğunu bilerek, bunları analiz edip bunlardan sentezler çıkartacak bir bilinç ile yoluna devam etmek gerek.

Denilebilir ki, bunca şeylerin olması hayatın iktiza ettiği iş ve uğraşlarla beraber imkân dahiline nasıl konulacak? İşin aslı, Müslüman hayatını planlı yaşamayı şiar ettiğinde görecektir ki, bu dediklerimizin basit bir programla, günlük televizyon karşısında dizilere, maçlara ve faydasız tartışmalara ayırdığımız zaman diliminin bunları icra için fazlasıyla yeterlidir. Bu noktada nefsin sanki bunların tümünün bir defada elde edilecekmişçesine tuzak düşünceler ile bizi meşgul etmesine fırsat vermemek gerek. Zira günlük 2-3 saatlik bir program ile bunların tümünün deruhte edilmesi mümkündür.

Bir sonraki yazıda devam edebilmek niyazıyla,

Selam ve dua ile...

Muhammed Şevket Gökşan

Akit TV köşe yazarı