BIST9.073,03%-0,08
USD32.378%0.10
EURO34,9837%-0.10
ALTIN2.326,02%0.24

17 Ağustos 1999 depremi , bize bir şeyler öğretebildimi ?

M.Serhat Durmuş

Abone OlGoogle News
16 Ağustos 2021 17:11

17 Ağustos 1999 , ülkemizin mühendislik tarihinde yeni bir sayfa açılmasını sağlayan katastrofik bir durumla yüzleşmemizin miladı olarak kabul edilir . Ülke olarak maalesef bu duruma hazırlıklı değildik ve ciddi can kayıplarıile acıları , gecenin en ıssız zamanında 45 saniye içerisinde karanlığa gömülerek yaşadık .

Peki geçen 22 yıllık süreç bize bir şeyler öğretebildi mi ?

Bir Japon meslektaşıma ülkesinin afetlere neden bu kadar hazırlıklı olduğunu sorduğumda , çektiğimiz acılar ve ödediğimiz bedeller o kadar büyüktü kisonunda ,öğrenebildik demişti…

O zaman , öncelikle 17 ağustos gecesi neler yaşandı , kısaca hatırlayalım . Gece saat 3:02’de yerin 17 km. altında biriken elastik deformasyon enerjisi 120 km’lik bir hat boyunca kırılarak serbest kaldı . Bu enerji132 adet atom bombasının yaratacağı tahribat gücündeydi . Resmi ölü sayımız 18,374 olarak açıklansa da ilerleyen 6 ay içinde haber alınamayan kişiler eklendiğinde gayri resmi 40,000 kişi olduğu anlaşıldı . Ekonomi’nin can çekiştiği bu dönemdeki mali tablo ise yaklaşık 20 milyar dolarlık bir zarar oldu . Ve 2001 krizini tetikleyen en önemli sonuç maalesef bu deprem olmuştur.

Bu süreçten sonra ise bir dizi iyileştirme yapıldı . Bu iyileştirmeleri detaylandıracak olursak . Örneğin , Jeoloji ve Jeofizik Mühendislerinin sadece deprem tahmini yapan ve ekranlardan insanları korkutan , kimilerine göre Nostradamus’a özenen insanlar olmadıkları ortaya çıktı . Bu iki bilim dalının aslında İnşaat Mühendisleri ile koordineli olarak çalışmasının ne kadar önemli olduğu itiraf edildi . Yani mühendislik bilimi bir nevi günah çıkardı ve bunun neticesinde , zemin etüdü yapımı zorunlu hale geldi . Her türlü yapı tasarlanırken aslında ilk olarak zemin etüdü ile acaba o yapı o bölgeye yapılmalı mı sorusu ilk defa yüksek sesle soruldu ve devlet kurumları tarafından zorunlu olarak istendi . Ünlü Filozof Emmanuel Kant aydınlanma’nın ne olduğunu tanımlarken ; aklı kullanabilme cesareti göstermek demişti ve bu söz sanki zemin etütlerine gönderme yapılmış gibiydi . Ayrıca hazır beton kullanımı zorunlu hale gelerek binalarda betonarme unsurların her noktada aynı mukavemeti gösterebilmesi sağlandı , nervürlü donatı kullanımı zorunlu hale geldi , yapı denetim firmalarının denetleme yapması zorunlu hale geldi . Ayrıca yerel belediyelerde mikro bölgeleme çalışmaları yapılarak jeolojik altlık raporları hazırlandı . İmara açılacak arazilerde jeolojik formasyonda , taşıma gücü , sıvılaşma analizi , oturma analizi , şev stabilite analizi , deprem tehlike analizi gibi zemin mekaniği açısından önemli analizler istenmeye başlandı . Bütün bu uygulamalar inşaatların daha güvenli olarak yapılmasını sağladı . Pek çok bina yıkılarak yeniden yapıldı . Ancak İstanbul’un yapı stoğu çok fazlaydı ve bu güzel şehir göç almaya devam etti.

Yetkililer her fırsatta dikey mimariye karşı olduklarını söylediler ancak tam tersini uyguladılar . Çünkü , İstanbul’un alan olarak genişleyemeyeceği aşikardı venüfusu sürekli olarak artmaya devam ediyordu .Mevcut alan eğer artmıyorsa nüfusun artması ancak bir şekilde çözülebilirdi . O da çok katlı binaların sayısını arttırarak . Ve öylede oldu . Binalar 20-30 katlı yapılmaya başlandı . Hatta bazı binalar 50 katın üstünde yapılmıştı . O zamanda şehrin nüfusu artmaya devam etti . Avrupa’da bulunan emsal büyük kentleri karşılaştırdığımızda nüfusun 5 milyondan fazla olmadığını görüyoruz . Oysa İstanbul resmi 16 milyon gayri resmi 20 milyon kişinin yaşadığı bir ülkeye dönüştü.

Beraberinde alt yapı , ulaşım , eğitim , sağlık gibi hizmetlerde’de ciddi problemler yaşandıve yaşanmaya devam ediyor .

İstanbul’daki problem sanılanın aksine aslında zeminin çok kötü olması değildi . Hatta depremin hangi gün ve hangi saatte olacağı da değildi . Asıl sorun yaklaşık 2 milyondan fazla yapı stoğu bulunan ve nüfusu avrupa’da pek çok ülkeden fazla olan bu megakent’te deprem olduğunda bu binaların nasıl davranacağının kestirilememesiydi .

Binaların büyük çoğunluğunun deprem analizleri yapılmadığı için bunu tahmin etmek , çok zordu . TMMOB İnşaat Mühendisleri odasının yapmış olduğu gözlemselanalizleregöre ise en az 200.000 binanın problem yaşayacağı bunların 48.000 tanesinin yıkılma ihtimalinin çok yüksek olduğu belirtildi . Bu durum yaklaşık 1 milyon kişiyi hayati açıdan etkileyebilecekken , mali boyutu ise minimum 100 milyar dolardan fazladır.

Haziran 2020’de ise İbb ve Boğaziçi Üniversitesi kandilli rasathanesinin birlikte hazırladığı daha detaylı bir analizde , İstanbul’un 39 ilçesinin bina ve zemin hasar tespit raporlarını yorumlayarak bütün ilçeler bazında makale olarak yazdığım için şunu rahatlıkla söyleyebilirim depremden önce yapılan binaların toplam yapı stoğuna oranı %75 civarında olup bu binaların büyük kısmı yeni deprem yönetmeliğine göre statik açıdan yetersizdir .

Mart ayında katıldığım AFAD - İRAP (İl risk azaltma planı )toplantısında şunu gördüm ki devletin bütün önemli organları durumun ciddiyetinin farkında ancak işin mali kısmında ciddi bir kaynak gerekiyor . Elbette ki evini kentsel dönüşüm kapsamında yıkıp tekrar yapmayı planlayan yada binasını güçlendirme yaparak depreme hazırlamaya çalışanvatandaşlarımıza yardımcı olmak maksadıyla düşük faizli , uzun vadeli kredi olanakları mevcut .

Ancak gelinen bu son noktada üzülerek belirtmeliyim ki bu durumdan yararlanabilecek insanlarımızın sayısı , dönüşüm yapılması gereken bina sayısına göre oldukça zayıf kalmaktadır . Zaten dönüşüm gereken evlerde yaşayan vatandaşlarımızın durumu iyi olsaydı 22 yıldır beklemezler ve bu evleri yıkıp tekrar yaparlardı . Oysa bu maddi olanaksızlıklar devam ederken korkarım depremin olma süresi hızla kısalmaya devam ediyor . Şuan en son yapılan istatistiksel modellemelere göre Jeofizik Mühendisi meslektaşlarım ve hocalarımla yaptığım görüşmelerde bu oranın İstanbul için %70 olduğu vegeçen her yıl deprem olma olasılığının %2.5 arttığı bilimsel bir gerçektir.

Son tahlilde, 1999 tarihinde İstanbul’da depreme nasıl hazır değilsek , 2021 yılında yine hazır olmadığımızı üzülerek belirtmek isterim .

Yani en başta ki sorumuza dönersek , 17 Ağustos 1999’da çekilen acıların bize bir şeyleri öğrettiği kesindir ancak bütün yapılan çalışmalar , maalesef yeterli değildir …

M.Serhat Durmuş

Akit TV köşe yazarı