BIST9.708,46%1,93
USD32.5887%0.18
EURO34,8589%0.50
ALTIN2.494,07%0.39

Ödül… 

Latif Erdoğan

Abone OlGoogle News
16 Ekim 2021 09:06

Medeniyetin hayati rükünleri, başta din olmak üzere ilim, ahlak ve adalet gibi ontolojik fenomenlerdir. Dolayısıyla, bu dört kavramdan birinin devre dışı kaldığı herhangi bir olgudan medeniyet olarak bahsedilemez.

Ayrıca bu dört ontolojik fenomen, medeniyet ortak paydasında buluşmakla bir bütünlük arz ettikleri gibi, mahiyet ilişkilerinin sıkılığı yönüyle de bir bütünlük arz ederler. Hatta denilebilir ki, medeniyetin aklı ilim; vicdanı adalet; kalbi güzel ahlak ve şuuru da dindir. Bunlardan birini yitirdiğinde medeniyetin işi bitiktir.

Bilim, teknoloji, ekonomi, siyaset, spor, sanat ve estetik gibi sosyolojik olgular ise, kavram olarak medeniyet yapısında hep bulunsalar da, içerik bakımından sürekli bir değişim ya da gelişim kaydederler. Bu sebeple de medeniyet hep canlı ve dinamik kalır.

Medeniyet ve onu meydana getiren üniteler, dünya-ahiret dengesi içinde, cenneti dünyaya çekerken, dünyayı da öteye cennet olarak taşıyabilmemize vesile ve vasıta olmaları ölçüsünde bir değer ifade ederler. Medeniyet, sadece geçici bir dünya metaı değildir; o aynı zamanda ebedi bir ahiret sermayesidir. Onu yalnız dünyaya hasretmek ciddi bir yanılgı, onu salt dünyeviliğe indirgemek büyük bir hatadır.

Medeniyet, bir edep halinin, fert ve topluma yansıması hadisesidir. Edep, güzel ahlakın, güzel düşüncelerin, güzel davranışların bütünüdür. Yani insanın, yaratılıştan getirdiği, temizliği, dürüstlüğü, saygıyı ebediyen koruma cehdi, koruma gayretidir.

İnsan, selim fıtrat üzere yaratılmıştır. Eğer dış tesirler olmasa ve insan kendi haline kalabilse, yani yaratılıştan kendisinde var olan melekelere dokunulmadan yaşayabilse, insan, vahşi değil, medeni bir varlık olarak hayatını devam ettirir. Ne ki, medeniyet, aynı zamanda insanın sosyal bir varlık olmasını da gerektirdiğinden, insan için, böylesi bir korunmuş bulunmanın imkânı yoktur. Bu sebeple de edep, sonradan kazanılan değerler konumundadır ve dış etkenlerin tesirinde şekillenmektedir.

Medeniyet, ödül psikolojisinin, kolektif kabulü mayalaması, aşılaması olayıdır. Nitekim, varlığın yokluktan çıkarılışı bir ödüldür; madenlerin, diğer cansız varlıklardan ayrılarak yeni bir keyfiyet kazanmaları bir ödüldür; bitkilerin madenlerden, hayvanların bitkilerden farklı özelliklere sahip kılınmaları ve bilhassa hayata mazhariyetle küçük birer aleme dönüşmeleri hep birer ödüldür. İnsana verilen insanlık ödülünün kıymet ve değerini anlatmak, dile getirmek ise imkânsızdır. Hele buna bir de “iman” ödülü eklenirse, o insan bütün bir kâinat kadar değer kazanmaktadır.

Ödül psikolojisinin en önemli kazanımı mutluluktur. At koştuğu, kuş uçtuğu, ağaç yerinde durup kök saldığı sürece kendilerini mutlu hissederler. Kendilerine verilmemiş istidat veya özelliklerin peşine düşmeyi hiç düşünmezler. İnsan da öyledir. Cenab-ı Hakk’ın kendisine verdiği istidadı, kabiliyeti en doğru, en verimli şekilde kullandığında o da mutludur. Olmayanın ya da hiç olmayacağın peşinde ömür tüketmek onu asla mutlu etmez.

Burada söz konusu edilen edilgin durum, iradenin devre dışı olduğu konumlarla alakalıdır. İradenin devrede olduğu konumlarda ise insanın görevi, kendi sınırlarını sonuna kadar kullanarak çalışmak, çabalamak, gayret göstermek, dua ile niyaz ile fiili ve sözlü talepte bulunmak ve bütün bunlardan sonra neticeyi Allah’tan beklemektir.

Hayatın merkezinde “ihtiyaç” olgusu vardır. İhtiyaç, şekilleri farklılık gösterse de, özde her varlık için geçerlidir. Su, hava, yemek, barınma, evlenme bir insan için temel ihtiyaçlardandır. Hâlbuki o, ne temel ihtiyaçlarını ne de diğer taleplerini kendisi karşılayacak durumda değildir. Öyle ise insan ve diğer varlıkların hepsi, sürekli ihtiyaçlarının karşılanmakta olması yönüyle daima ödüllendirilmektedir.

Ödüllenmelerdeki farklılıklar, derecelendirmeler ise takdirin gereğidir. Her insan, kendisine verilen ödül miktarını şükürle karşılamalı, toplum nizamını ayakta tutan farklı derecelendirmelere, farklı mertebelere bakıp itirazla el karıştırmamalıdır. Hele, kıskançlık, haset gibi negatif duyguları devreye sokarak hayatını ve hayatı bulandırmamalıdır.

Latif Erdoğan

Akit TV köşe yazarı