BIST9.108,40%0,31
USD32.3772%0.10
EURO35,0013%-0.05
ALTIN2.325,59%0.22

SADAT saplantısı ve NATO umarsızlığı

Kenan Alpay

Abone OlGoogle News
18 Mayıs 2022 09:03

Bir zulme ve tecavüze, bir işgal ve katliama samimiyetle karşı çıkacaksanız öncelikle kimin kapısına dayanacağınızı, kimlerden hesap sormak üzere sesinizi yükselteceğinizi iyi bilirsiniz, değil mi? CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet Gazetesi yazarlarına verdiği özel mülakatın ayrıntılarını iki gündür okurken karşılaştığımız bir dizi tuhaflık sebebiyle mecburen bu ‘adres’ meselesiyle yazımıza giriş yapıyoruz.

Meğer Genel Başkan Kılıçdaroğlu daha önceki kurum basmalardan farklı olarak bu kez merkezi Beylikdüzü’nde bulunan SADAT’ın kapısına kalabalık bir heyetle dayanacağını CHP’li vekillerden bile saklamış. Ne kadar faydası olur bilemeyiz ama siyasette zaman zaman böyle taktikler kullanılabiliyormuş demek.

Şartlı Cümlelerle Psikolojik Harekât Metodu

Hiçbir hüküm vermeden önce SADAT baskınının sebebi nasıl izah edilmiş, hangi gerekçeyle kapıya dayanılmış, şöyle bir kulak verelim. Baskının asıl sebebi ve gerekçesi olarak hemen her fırsatta “seçim güvenliği” öne çıkarıldı. Peki, şimdi CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitap eden ‘anahtar’ cümlesine dikkat kesilelim: “SADAT gibi kuruluşlar ne olursa olsun seçimi gölgeleyecek bir şey olursa sorumlusu burasıdır ve Saray’dır.” Anlatım bozukluğu aşikâr olan bir şartlı cümle duruyor karşımızda: “seçimi gölgeleyecek bir şey olursa.

Eğer Kılıçdaroğlu’nun CHP kurmay kadrosuyla birlikte kameralar önünde sarf ettiği anlatım bozukluğuyla malul mezkûr şartlı cümlesi yetersiz kaldıysa buyurun, aynı konuşmadan, size diğer iki cümleyi daha takdim edelim: “Seçim yaklaştıkça zulmünü artırma niyetindesin biliyorum. SADAT’tan da medet umuyorsan bil ki her türlü pisliğe karışmış bu zorbalardan zerre korkuyorsak namerdiz.” Niyet okumakla kalmayan fakat umuda yön ve özne tayin ederek ilan edilen gürültülü patırtılı meydan okuma kalkışması esasen siyasi bir müsamereden de ileriye geçemiyor.

SADAT kapısına dayanan CHP lideri tarafından seslendirilen iddialar son derece keskin, sert ve dehşete sürükleyici nitelikte kamuoyuna deklare ediliyor ama ortada somut bir bilgi, delil veya şahit var mı? Mesela işitenleri infiale, savcıları re’sen soruşturma açmaya sevk edecek şu iddiayı ele alalım: “Burası [SADAT] aynı zamanda terörist yetiştiren bir kuruluş. Bugün Türkiye’ye milyonlarca Suriyeli gelmiş ise bunların gelişinde en büyük rolü oynayan SADAT’tır.

Bu konuyu daha iyi ‘aydınlatmak’ maksadıyla Kılıçdaroğlu’na soru soran gazeteciler içinde bulunan Orhan Bursalı iki gün (16 ve 17 Mayıs) boyunca Cumhuriyet’teki köşesinde bu meseleyi tartıştı. İlk gün (16 Mayıs) Orhan Bursalı şunu soruyor: “Bu örgütün [SADAT] iç siyasete de benzer müdahaleleri olabileceğini mi söylüyorsunuz, size ulaştırılan belge-duyumda ne söyleniyordu?” Bu denli açık ve net soruya verilecek cevapta seçim güvenliğini hedef alan sabotaj, suikast, terör vd. faaliyetlere dair haber alan, elinde belge olduğunu iddia eden CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, sorumsuzluk duyguları tavan yapan şu itirafla karşılık veriyor: “Bu konuya girmek istemem.

Güya halkın iradesine yönelen açık ve yakın bir tehdit üzerine protesto eylemleri yapıyorsunuz fakat size belge-duyum soran gazeteci dostlarınıza “bu konuya hiç girmeyelim” diye cevap veriyorsunuz. İzaha gerek duyulmuyor çünkü kitlelerden sadece itaat bekleniyor. Tabii Orhan Bursalı sabırlı ve tecrübeli bir isim olduğu için aynı soruyu (17 Mayıs) biraz revize edip tekrar şöyle soruyor: Size gelen SADAT uyarısının içeriği üzerine birkaç söz söyler misiniz, yeniden soruyorum.

Cumhuriyet yazarları istediği kadar ısrar ediyormuş gibi yapsın kamuoyunu 27 Nisan e-muhtıra sürecine hazırlamak maksadıyla kullanılan “tehlikenin farkında mısınız?” türü psikolojik harp söylemlerinin modifiye edilip piyasaya sürüldüğü Kılıçdaroğlu’nun verdiği şu cevapla itiraf edilmiş olmuyor mu: “Bu konuya girmeyelim. Karanlık bir örgütten her şey beklenir, SADAT karanlık bir örgüttür.

Katliamcıların da Kapısına Dayanın Bakalım!

NATO mevzusuna geçmeden önce Kılıçdaroğlu’nun SADAT önünde kurduğu şu iki cümleye tekrar dönelim: “Burası [SADAT] aynı zamanda terörist yetiştiren bir kuruluş. Bugün Türkiye’ye milyonlarca Suriyeli gelmiş ise bunların gelişinde en büyük rolü oynayan SADAT’tır.” Milyonlarca insanın evi barkı yıkılıp şehrinden ülkesinden sürülüp atılmışken siz hangi akıl ve vicdanla bu işi Beylikdüzü’ndeki bir derneğe bağlıyorsunuz? İşkence ve tecavüzden varil bombalarıyla ve kimyasal silahlara değin katliamın her türünü deruhte eden yarım asırlık Baas/Esed cuntasını (s)aklamak mı sizin vazifeniz?

Rusya’nın Tartus ve Hmeymim’deki askeri üslerinden Suriye halkının üzerine yağdırdığı yüz binlerce ton bombayı perdelemekle mi mükellefsiniz siz? İran’ın; Afganistan, Pakistan, Lübnan ve Irak’tan topladığı 90 bini aşkın Şii militanla Suriye’yi ceset tarlasına dönüştürüp yağmalamasını meşrulaştırmak gibi bir misyon mu tayin ettiniz kendinize? CHP kurmay kadrosu SADAT üzerinden korkunç bir heyula kurgulayıp Rusya, İran ve Esed rejimini temize çıkarmaya matuf son derece kirli, alenen barbarlık içeren psikolojik bir savaş yükseltiyor.

Ancak tuhaflık ve şaşılık siyasetin bütün kesimleri sardığı için en saçma ve seviyesiz haliyle partiler arasında Atatürkçülük yarışı yapılıyor. CHP’nin Atatürkçü olmadığını ispat ve izah etmeye kalkışan muhafazakâr-dindar kadrolarda ne akıl ve adalet duygusu ne de siyasal ufuk ve strateji kalmış! SADAT’ın kapısına dayanan Kemalist-Baasçı kadrolara Rusya ve İran elçiliklerinin adresi verilip işgal, yıkım, tehcir ve katliamları tehcir talebini yükseltmek ve yinelemek gerek mi?

Özellikle tam da bu dönemde Mali’den başlamak üzere Afrika’da sürüp giden sömürü, askeri darbe, etnik çatışma provokasyonu gibi suçları dolayısıyla Genel Başkan ve CHP kurmay kadrosunu Taksim’deki Fransız Başkonsolosluğu’nun önüne dayanmaya davet etmek icap etmez mi? CHP’yi böyle bir işe davet etmeden önce, emperyalist politikaları protesto etmede AK Parti’nin örnek ve öncü olması gerekir elbette. Lakin Türkiye’deki siyasetin niteliği ve derinliği maalesef bu kalibrede işlere hiç müsait değil.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgale kalkışmasıyla birlikte pek çok ülkenin yanı sıra Finlandiya ve İsveç’te de büyüyen korku NATO şemsiyesine sığınma seçeneğini güçlendirdi ve hızlandırdı. Tam da bu vasatta İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine Türkiye’nin haklı itirazları Amerika ve Avrupa’yla olan ilişkilere dair önemli bir koz vermiş oldu. NATO’yu ve elbette ki Amerika’yı sadece PKK-FETÖ bağlamında değil Suriye, Irak ve Afganistan’daki suçları dolayısıyla da sigaya çekmek icap ediyor. Türkiye’nin gücü, NATO’daki veto hakkı bu işlere ne derece el verir ayrı bir tartışma konusu fakat ufak tefek tavizlere fit olmak, birtakım jestlere ve vaadlere teslim olmak kayıp hanesini büyütmekten başkaca bir sonuç vermez. Amerika ve Almanya başta olmak üzere Batı’dan gönderilen “Türkiye’yi ikna edeceğiz” sinyallerine karşı mümkün mertebe ağırdan alınması ve maksimum faydayı gözetmesi gerekiyor.

Kenan Alpay

Akit TV köşe yazarı