BIST9.657,31%1,39
USD32.5847%0.17
EURO34,8403%0.44
ALTIN2.499,45%0.60

Amerika ve NATO’nun Türkiye Seçimi

Kenan Alpay

Abone OlGoogle News
15 Haziran 2021 07:16

Başlık tam tersine çevrilip “Türkiye’nin Amerika ve NATO Seçimi” şeklinde de yazılabilirdi. Nihayet ilişkinin diğer tarafı olan Amerika ve NATO ne kadar güçlü olsa da Türkiye’yle ilişkilerini tek taraflı olarak belirleme tercih ve kudretine sahip değiller. Zaten temel prensiplerinin belirlenmesinde Türkiye’nin de katkı verdiği 2030 Vizyon Belgesi’nin görüşmek üzere Brüksel’de toplanan NATO Zirvesi’nin gündeminde Çin’in ekonomik, askeri ve siyasi yükselişine karşılık vermek kadar Rusya ve Çin yakınlaşmasını engellemek de öncelikli gündemi oluşturuyor. Ancak Joe Biden yönetiminin iddiası olan “Amerika’nın geri dönüşü”nü mümkün kılmak için evvel emirde Avrupa Birliği’ni Çin ve Rusya’ya karşı Amerikan stratejisine angaje etmenin yollarını inşa etmek ve uzun bir süredir baskı altına tutup iteklediği Türkiye’yle ilişkileri olumlu bir yönde ilerletmek gerekiyor.

Türkiye açısından NATO Zirvesi’nde alınacak kararlar elbette önemli sonuçlar doğuracaktır. Ancak NATO’nun lokomotifi sayılan Amerika, Fransa ve İngiltere gibi ülkeler açısından da Türkiye’nin ikna edilmesinin de dışlanmasının da çok daha önemli sonuçlar doğuracağı aşikârdır.

Joe Biden başkan seçildikten aylar sonra o da ancak Ermeni soykırımı tasarısını resmen tanıyacaklarını bildirmek üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aramıştı. Diğer taraftan Amerika Dışişleri Bakanı Antony Blinken konuştuğu hemen her platformda, “Türkiye NATO müttefiki gibi davranmıyor” cümlesini tehdit ve terbiye maksadıyla telaffuz ediyordu. Amerikan yönetimini temsilen verilen beyanlarda, Türkiye’nin NATO konsepti dışında silahlanmasından başlayıp Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY için, Kafkaslarda Ermenistan için, Suriye ve Irak’ta PKK-PYD için oluşturduğu tehdide karşı çok boyutlu yaptırımlarla boyun eğdirmekten başka bir seçeneğin kabul edilmeyeceği inatla tekrar edildi.

Türkiye’yi Daha Fazla İtekleyebilirler mi?

Peki, NATO Zirvesi’ne giderken Amerika (ve Fransa) mezkûr dışlayıcı ve tecziye edici söylem ve tutumunu sürdürebilir mi? 14 Haziran’da Brüksel’de gerçekleşen Erdoğan-Biden zirvesinin istikamet ve mahiyetini anlamak açısından bir gün öncesinde Amerika ve Türkiye arasında kurulan üst düzey bir temasın içeriğine odaklanmakta fayda olur. Amerika Ulusal Güvenlik Danışman Jake Sullivan ile Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın arasında gerçekleşen telefon görüşmesinde sırasıyla Afganistan, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs özelinde bölgesel gelişmelerin değerlendirildiğini öğreniyoruz. Sullivan-Kalın görüşmesi bir gün sonra gerçekleşecek Biden-Erdoğan zirvesinin çerçeve ve hedeflerini detaylarıyla belirlerken kamuoyuna iki prensip kararı ilan ediliyordu: 1- Türkiye-ABD arasındaki ilişkilerin olumlu gündemle ilerletilmesi, 2- Stratejik işbirliğine odaklanılması. Alınan prensip kararı ne düzeyde hayata yansır bilemeyiz ama aynı görüşmede mutabık kalınan husus şöyle izah edildi: “Türkiye-ABD ilişkilerini ilgilendiren tüm konular karşılıklı çıkar ve saygı anlayışıyla ele alınacaktır.

Brüksel’deki NATO Zirvesi yaklaştıkça F-35 projesinden dışlanması örneğinde olduğu gibi Türkiye’nin ağır bir biçimde yaptırımlara maruz bırakılacağı, şu dönemde zayıflayan ekonomik yapısının üzerine ağır baskılar kurulacağı ve ne pahasına olursa olsun Erdoğan’ı tasfiye etmek üzere bütün planların derhal devreye sokulacağı öngörülüyordu. Bu seçenekler dışlanmış, bu hevesler küllenmiş değil halen. Lakin bu planları devreye sokabilmek de soktuktan sonra ortaya çıkacak faturayı ödeyebilmek de Batı açısından hiç de kolay gözükmüyor.

İki Taraf İçin de İkna Değil Mecburiyet Geçerli

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun NATO zirvesinden birkaç gün önce TRT’de yayınlanan uzun mülakatı aslında Türkiye’nin Amerika, AB ve NATO’yla olan ilişkilerinde yaşanan badireleri atlatmak üzere muhataplarının zaaf ve açmazlarını ne derece yakından takip ettiğine dair işaretler taşıyordu. Çavuşoğlu bu mülakatında diplomasi, ticaret hacmi, stratejik ittifaklar, vizyon belgesi filan derken mevzuyu Amerika’nın Türkiye’yle “ortak çalışma arzusu” getiriyordu. Konuya giriş babında “Suriye konusunda ABD bizimle bu dönemde daha iyi bir şekilde çalışmak istiyor” ve “Libya’yla hiç ilgilenmiyordu Amerika, şimdi daha yakından ilgileniyor” cümleleriyle Türkiye’yi dışlayan, öteleyen hatta tecride yönelen politikaların şimdilerde başka bir çizgiye doğru evrilme emareleri gösterdiğine dikkat çekiyordu. Fakat Türkiye’nin Amerika’ya olan mecburiyetin çokça konuşulduğu bir iklimde Amerika’nın Türkiye’ye olan mecburiyetine şöyle vurgu yapıyordu Çavuşoğlu: “Sadece Libya ve Suriye meselesinde değil Akdeniz’den Karadeniz’e ve Kafkasya’ya kadar birçok alanda bizimle iş birliği yapmak arzusunda olduğunu görüyoruz.

Nihayet uzun bir süredir Libya, Doğu Akdeniz, Suriye, Dağlık Karabağ ve İslami değerlere karşı geliştirdiği düşmanca siyaset sebebiyle Fransa’yla yaşanan gerilim ve çatışmanın hangi zemine doğru aktığı gösteren bir dizi müzakereden haberdar oluyoruz. Patriot verilmeyince S-400 edinen Türkiye’nin uzun ve maliyeti yüksek gerilimlerin neticesinde Fransa ile Eurosam hava savunma sistemini yeniden canlandırılması gündeme gelebilir şimdilerde. Öyle ki pek çok zeminde çatışmalar sürerken Çavuşoğlu temas ve diyaloğun beliren bir ihtimalini şu şekilde telaffuz ediyordu: “Fransa bizimle Afrika konusunda da istişareler yapmak istiyor.

Bütün bu aktarılanlar hiçbir surette NATO, Amerika ve Fransa’nın adalet ve merhamet hisleriyle doluşuna, Türkiye’ye karşı giriştikleri saldırgan politikalardan vazgeçtikleri, pişman oldukları manasına gelmiyor elbette. Mecbur kaldıklarını, bükemedikleri bileği saflarına katma kurnazlığı sergilemekte mahir olduklarını, öncelikli tehdit algısına göre bazı düşmanlıkları ertelediklerini ibretlik bir biçimde ortaya koyuyor. Mesele bu ilişkilerde Ukrayna ve Afganistan gibi çatışma alanlarında “ileri karakol” veya “işbirlikçi” görüntüsü arz etmekten özenle imtina etmektir. Çin ve Rusya’nın emperyal siyasetlerine blokaj uygularken Amerika, NATO ve AB’nin benzer siyasetlerine karşı pasif kalma veya ortak olma zilletine düşmemektir. Dahası denge siyasetini aşacak kadar askeri, siyasi, ekonomik açıdan kudretli olmanın ve küresel ölçekte adalet ve merhameti temsil edecek kadar kendi içinde yüksek değerlerle donanmak üzere seferber olabilmektir.

Kenan Alpay

Akit TV köşe yazarı