BIST8.982,09%1,99
USD32.3307%0.12
EURO35,0455%-0.07
ALTIN2.284,06%0.29

Atatürk’ü sevme, Atatürkçü yaşam mecburiyeti

Kenan Alpay

Abone OlGoogle News
18 Eylül 2020 09:46

Siyaset bilimi ve tarihi üzerine uzmanlaşmış, toplum felsefesi ve toplumsal tarih üzerine ihtisaslaşmış aydın ve akademisyenlerin önemli bir kısmı henüz birkaç sene öncesine kadar “Kemalizm öldü, Atatürkçülük müzeye kalktı” mealinde tezler ileri sürüyorlardı. Dolayısıyla Kemalizm gibi arkaik bir despotik ideolojiyle uğraşmak, anayasadan başlayıp eğitim öğretim müfredatına hayatın her alanına bürokratik oligarşi eliyle ipotek koymuş Atatürkçülükle kavgaya tutuşmak derin bir yanılsama ve oyalanmadan ibaret görülürdü. Küreselleşme çağında asıl tehdidin post-modern akımlardan geldiğini idrak edemediği iddiasıyla ideoloji, kurum ve kadrolarıyla Kemalizm’e karşı mücadele ısrarla küçük görülür ve inatla alay konusu yapılırdı.

Atatürkçülük/Kemalizm çok dar hatta marjinal bir kesimin siyasal ve toplumsal kimliğini tanımlardı. Resmî bayram ve törenlerde rol icabı herkes Atatürkçü olurdu. Ancak gerçek hayatta bu resmi görüş ve gösteriş anında bir kenara bırakılırdı. Devlet korkusuyla Atatürk’e saygı ve sadakat bildirilirdi ancak. Devlet de gayet iyi bilirdi Atatürk için beyan edilen sevgi, saygı, hayranlık, bağlılık davranışlarının mütemadiyen tekrar eden mizansenlerden ibaret olduğunu. Hatta öyle ki, Kemalist/Atatürkçü cenahın moralleri yerlerde sürünür, Çılgın Türkler ütopyasıyla avunulur, Muazzez İlmiye Çığ’ın anlattıklarıyla ve Hayrettin Karaca’nın baklava dilimli süveteriyle nostalji yapılırdı. Muhafazakâr demokrat iktidarın resmî ideolojiyi siyasal ve toplumsal hayattan tasfiye edeceğine, Avrupa Birliği sürecinin başarıyla tamamlanıp temel hak ve özgürlüklerin eksiksiz elde edileceğine kesin gözüyle bakılırdı. Peki ne oldu, nasıl oldu da Kemalizm’e sadakat bildirme yarışı, en samimi ve en doğru Atatürkçülük iddiaları dört bir yanımızı sarıverdi?

Her Kafaya Uygun Kemalizm Ayarlanır

15 Temmuz darbesine doğru ilerleyen süreçte Fethullahçı şebekenin Çözüm Sürecini sabote etme, MİT Müsteşarını tutuklama, MİT TIR’ları ve 17-25 Aralık gibi bir dizi açık-gizli operasyonlar AK Parti Hükümetini ciddi bir tedirginliğe, güvensizliğe sürükledi. Ergenekon ve Balyoz dava süreçlerinin istisna koyulmaksızın “kumpas” olarak nitelenip önce tahliye ardından da hızla beraat sürecinin yolları bunun için açıldı. Hükümeti ipotek altında tutması veya düşürmesi maksadıyla Fetullahçı şebekenin Amerika ve Avrupa Birliği tarafından alenen desteklenmesi devlet içerisindeki Kemalist cepheyle ittifak arayışını hızlandırdı. 15 Temmuz bu ittifakın tamamlanması ve perçinlenmesi için mecburi bir tercih sayıldı. Ancak sıkıntı sadece siyasi ve bürokratik ittifaklar kurulmasını aşıp aynı zamanda semboller, söylemler ve ideolojik prensipler boyutuyla da yakınlaşmasıyla büyüdükçe büyüdü.

Son olarak CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun Atatürk demek yerine Gazi Mustafa Kemal demeyi tercih ettiği bir konuşma vesilesiyle ortaya çıkan tablo resmî ideolojinin zannedildiğinden daha fanatik ve değiştirilemez bir iklim inşa etmeye hâlâ muktedir olduğunu gösteriyordu. Evet, CHP içinde kadrolar düzeyinde, semboller ve söylemler düzeyinde bir iç dizayn projesi ilerliyor. Ancak bu iç dizayn işin dış güçlere, üst akla veya Fetullahçı cuntaya hamletmek hakikat olmaktan ziyade komplo teorisi gibi okunmaya daha yakın duruyor. Çünkü siyasal ittifakları zaruri kılan yeni seçim sistemi ve Cumhurbaşkanlığı yönetim biçimi CHP’yi mevcut haliyle iktidarın kıyısına bile yaklaştırmaya yetmiyor.

“Atatürk’ümüzü Kimseye Bırakmayız”

CHP gönüllü ve ikna olarak bir değişim hareketine girişmiyor elbette. Ancak iktidar aritmetiğini görmek ve İYİ Parti ile açıktan, HDP ile örtük olarak işlettiği mevcut Millet İttifakını genişletmekten başkaca bir yol bulunmuyor önünde. Mecburi istikamet olarak nitelenebilecek bu yöntem bir taraftan vitrini, söylem ve sembolleri değiştirip yumuşak ve sempatik hale getirip kuşatıcı bir görüntü vermeyi diğer taraftan da AK Parti tabanını kendisine çekecek parti ve kadroları mevzie katacak açılımlar yapmayı gerektiriyor.

Sadece CHP içerisinde değil makul ve ahlaki çerçeveye riayet etmek şartıyla diğer bütün parti, sendika, meslek odaları, medya ve akademide de Kemalizmi tartışmak icap ediyor. Kaldı ki Kaftancıoğlu ve beraber hareket ettiği ekip samimi, tutarlı ve köklü bir Kemalizm eleştirisi filan yapıyor değil. Belki Kemalizm/Atatürkçülük tartışmasını temel hak ve özgürlükleri genişletmek bakımından derinleştirmek ve genişletmek gerekirken şaşkınca ve tuhaf söylemlerin muhafazakâr mahallede bile yarışa kalkışmış olması fikri sefaleti teşhir etmekte. Meğer “Atatürk’ü CHP eliyle unutturacaklar” ve “Atatürk’ü CHP eliyle bitirecekler”miş. Ne büyük dert ne muazzam felaket, kıyamet alameti midir, nedir bu büyük musibet!

Atatürk’ü CHP’nin eline bırakmama, Mustafa Kemal’in aziz hatırasına Atatürkçülerden daha fazla sarılma yönünde meğerse içlerinde büyük tutkular, derin sevdalar taşıyan ne çok muhafazakâr-dindar siyasetçi, gazeteci, akademisyen varmış böyle! Pragmatizm bile değil, kelimenin tam anlamıyla oportünizm egemen olmuş ruhlara, akıllara, literatüre ki İslam’ı kamusal alandan silip atmaya azmetmiş bir Ulu Önder kültüne sadakat ve sevgi bildirerek siyasal kazanım elde edebileceğini zannediyor.

Köksüz, mantıksız ve ölçüsüz bir slogandan ibaret olan yerli ve milli vurguları önce Türkçü ardından da Atatürkçü hamaseti beka kaygısının ilacı olarak piyasaya sürdü. Ata/Türkçü hayat ve hareket tarzı herhangi bir derde deva olmak bir tarafa askeri darbeler ve bürokratik oligarşi başta olmak üzere altında ezildiğimiz binlerce bela açtı başımıza. Hiç değilse CHP için büyük ama ülke için küçük ve yüzeysel bu pragmatik tartışmaya ümit bağlanmasaydı.

Kenan Alpay

Akit TV köşe yazarı