BIST8.988,41%2,06
USD32.3297%0.12
EURO35,0840%0.04
ALTIN2.296,68%0.84

Tarihi Fırsatları Geri Tepmemeliyiz

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
06 Mayıs 2022 12:20

Devletler, sistem – kurum ve muktedir olmayı becerebilmiş iktidarları sayesinde ayakta kalmayı becerir ve bulundukları coğrafî konumları itibariyle de jeostratejik / jeopolitik bir öneme sahip olurlar. Bunu kullanmayı bilen, beceren ve lehine çeviren devletlerin de hem menfaatleri ve hem de bunun bir sonucu olarak da düşmanları çok olur, Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi…

Ülkemiz; bulunmuş olduğu konumdan dolayı geçmişinden bugüne türlü türlü hile, desise, darbe, terör, savaş ve sıkıntılarla bir şekilde baş etmiş, bunlardan kurtulmanın yollarını bulmuş ve bugüne kadar da gelmeyi – ayakta kalabilmeyi becerebilmiştir. İçteki hain ve dıştaki düşmanların işbirliği hiçbir zaman istenilen neticeyi onlara vermemiş olsa bile bir türlü küffara boyun eğmeyen, zapt edilemeyen bu aziz vatanın kurumlarına arada sırada da olsa ayar verilmeye - devlete bir şekilde diz çöktürülmeye ve bir adım ötesinde de bu “aziz yapılanma” teslim alınmaya çalışılmıştır.

Başarılı – başarısız darbe ve girişimleri, muhtıralar, koalisyon ve hükümet kurdurmama lobilerinin yol açtığı siyasî krizler, enflasyon – hayat pahalılığı – anlamsız grevler – stokçuluk – kartelcilik gibi ekonomik krizler ve buna benzer bir dizi olumsuzluğun arka planında hep “dış mihraklar” aranılır ve bir şekilde de bunların üstesinden de gelinmeye çalışılır. Bunların üstesinden gelen, beceren – başarabilen görevine devam eder, tam tersi bir durumu yaşatan da tarihin dehlizlerinde kaybolup gider ama olan da heba edilen yıllara olur ve devlet de 50 – 100 yıl öncesine döndürülmüş, geri getirilmiş olur.

100. kuruluş yıl dönümünü kutlayacağımız Cumhuriyetimizin öncesi, kuruluşu, sonrası ve günümüze kadar gelinen süreci hep sancılı olmuş, ülkemizin rahata – huzura – zenginliğe kavuşması bir şekilde engellenmiş ve bunun arka planında ülkemizin bulunmuş olduğu coğrafyanın nimetleri ile yeraltı / yerüstü maden zenginliklerinin varlığı unutulmuş ya da bir şekilde unutturulmuştur. Ne zaman ki devletin ilgili birimleri uyanmaya - şahlanmaya başlamış, işte bir şekilde bu uyanış / şahlanış durdurulmak istenmiş ve karşımıza FETÖ ile işbirlikçilerinin hazırlamış olduğu 15 Temmuz 2016 darbesi çıkartılmış, kurumlar ve kilit noktadaki kadrolar derdest edilmeye çalışılmıştır.

Birilerinin de dediği gibi “Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar değerli ve zengin bir ülke” olduğuna göre bizler de ülkemize karşı oynanan oyunları – yazılan senaryoları – ortaya konulanhainlikleri izlemeye ve birileri de bunların karşısında dimdik bir şekilde yekvücut olarak karşı koyduğumuza şahit olacak ve bunların yeniden yaşanmaması adına neleri yapabileceğimiz konusunda kafa patlatmaya / tavsiye ve önerilerde bulunmaya devam edeceğiz. Bitmek bilmeyen hain ve işbirlikçilerinin kudurmasının ve art arda gündem belirlemelerinin tek nedeni, kendilerine göre asıl emaneti sahiplerineyani bizlere geri vermemek olsa da hiç kimse bizleri “kutsal” bildiğimiz yolumuzdan alıkoyamayacaktır.

İşte bu gerçeklerden hareket ederek son yıllarda yaşadığımız olaylar, başta Arap Baharı olmak üzere Suriye ve Kuzey Irak’ta cereyan eden gelişmeler, bir şekilde dünyanın başına bela edilen “uydurulmuş virüs” Kovid – 19 ve bağlantılı olarak pandeminin gündelik / siyasî / ticarî hayata etkileri, küresel üretimin durma noktasına gelip tüketim çılgınlığının had safhaya varması – kıtlık ve iklim değişikliğinin etkileri ve son olarak da yaklaşık üç aydır süren Ukrayna – Rusya arasındaki anlamsız savaş ve benzeri bölgesel / küresel tüm gelişmeler bir kez daha gözlerin Türkiye’ye çevrilmesine sebep olmuş ve – kaçırılmayacaksa – büyük bir tarihî fırsat kapımıza kadar gelmiştir.

TARIM – ENERJİ VE MADENCİLİKLE İLGİLİ GELİŞMELER

Bir arada dört mevsimi yaşamasından ve tarımsal ürünlerdeki üretim çeşitliliğine uygun toprak yapısına sahip olmasından dolayı adeta cenneti andıran ülkemiz, pandemi ve etrafımızda cereyan eden savaşlar yüzünden ilgi odağı haline gelmiş, burunlarından kıl aldırmayan / binbir dereden su içirtmeyi marifet sayan Rusya ve AB ülkeleri ürün ithal etmek için birbirleriyle yarışır hâle gelmişlerdir. Bulunmuş olduğu coğrafi konum itibariyle de birden fazla kıtayı birbirine bağlayan ülkemiz, mevcut durumu lehine çevirmeyi başarırsa, bu; hem geleceğimiz ve hem de tarım üretiminin eski şaşalı / özlenen günlere kavuşması adına çok büyük bir nimet olacak ve bir taraftan toprak ana beklediği ürünlere yeniden kavuşurken diğer bir taraftan da tarımsal ürünler üzerinden ihracatımızda önemli gelişmeler olacaktır.

Rusya ve cumhuriyetlerinden ithal edilen ayçiçek yağı, buğday, mısır, arpa, şeker vb. ürünlerin devam eden savaştan dolayı ithalatında sıkıntı yaşanması, başta deniz olmak üzere ulaşım yollarının tıkanması ve bu durum içimizdeki stokçu kartelcilerin fırsatçılık yapmasına sebep olsa da “şer bildiklerimiz bazen de hayra sebep olur!” gerçeğini ortaya çıkartmıştır. Tarımda dışa bağımlı olmaktan kendinizi kurtarır ve üretilen / üretilebilecek olan ürünlerin ithalatını yasaklayıp üretimini teşvik ederseniz, ülkemizi ayakta tutan dört büyük sektörden de biri olan “tarım” ı yeniden canlandırmış olur ve siz de hak ettiğiniz değeri görürsünüz. Tarımsal ürünlerin pandemiyle birlikte “stratejik” hâle gelmesi ve neredeyse sanayiyle yarışır olması, ülkemizin hiç de yabancısı olmadığı “tarım” a ve dolayısıyla “toprak” a yeniden kavuşmasına sebep olacaktır.

Ukrayna – Rusya arasındaki savaşın bir sonucu olarak da ortaya çıkan doğalgaz – kömür ve petrol madenlerinde yaşanan temin sıkıntısı her ne kadar evrensel petrol krizine ve neredeyse üç katına çıkan mazot / benzin / LPG gibi ürün fiyatlarının tavan yapmasına sebep olsa da aslında bu durumu da kendi lehimize çevirebiliriz. Akdeniz ve Ege denizlerindeki “Mavi Vatan” tartışmaları, doğalgaz ve petrol arama çalışmaları, yine Karadeniz’de petrol ve doğalgaz sondaj çalışmaları, ülkemizin birçok noktasında yer alan kömür ocaklarının yeniden işletmeye açılması, stratejik ürün olarak kabul edilen bor – altın – gümüş – alüminyum - demir ve benzeri madenler konusunda devletimizin başlatmış olduğu hamle ve kalıcı politikalar, TPAO’nun 1934’de açılan ve yeterli rezerv olmadığı bahanesiyle 2 yıl sonra kapatılan Şırnak’taki “Basbirin – 1” de yeniden sondaj çalışmalarına başlanılması ve aynı bölgede “Basbirin – 2” adlı petrol kuyusuna sondaj çalışmalarına başlanıldığının açıklanması, HES – GES – RES gibi alternatif enerji kaynaklarına yapılan yatırım ve geri kazanım (amortisman) sürelerinin kısaltılarak devletin satın alma taahhüdünde bulunması ve yenilenebilir / doğayla uyumlu bu enerji türlerine yapılan yatırımların teşvik edilmesi, hidroelektrik santralleri ve barajlara yapılan yatırımlar, ülkemizden geçen petrol ve doğal gaz gibi transit boru hatlarından elde edilecek gelirler ve ülkemizi “rafineri” - “terminal” ülke konumuna sokması ve buna benzer düşman çatlatan göz kamaştırıcı gelişmeler, tarım – maden ve enerji ürünlerinin ulaşımı konusunda yapılan alt yapı çalışmaları – hava / kara ve deniz taşımacılığında çığır açan hamleler, bir taraftan enerjide dışa bağımlılığımızı ortadan kaldıracakken diğer bir taraftan da bu yolla döviz girdimiz artmış olacak ve ülkemiz hanesine olumlu olarak kaydedilecektir.

ORTADOĞU ÜLKELERİYLE İLGİLİ GELİŞTİRİLEN İYİ İLİŞKİLER

ABD – CIA güdümlü yapılan Arap Baharı darbeleriyle birlikte görevlerinden derdest edilen ve ülkemizle ikili ilişkiler konusunda bayağı bir yol kat eden ülkeler Mısır, Libya, Tunus, Fas gibi ülkeler ile aramıza örülen kale duvarları hem ilişkilerimizin ve hem de ticaretimizin bozulmasına sebebiyet vermiştir. Suriye’de başlayan iç savaş ile Muammer Kaddafi ile Saddam Hüseyin’in hazin sonlarıyla noktalanan diktatörlük (!) maceralarıyla birlikte bölgenin tek sahibi olma yolunda emin adımlarla ilerleme (!) kaydeden ABD, her ne kadar sahipsiz bulduğu köyde değneksiz dolaşmaya çalışsa da son zamanlarda geliştirilen iyi ilişkiler buzların erimesine sebep olmuş ve iş aslına çevrilmiştir.

Orta Doğu denilince akla kan – gözyaşı ve barut kokusu gelse de bunun tek müsebbibi; ABD ve zalim diktatoryasıdır. Ne zamanki o, bölgedeki etkisini yitirmeye ve Afganistan başta olmak üzere diğer devletlerdeki askerlerini çekmeye başladı işte bölgeye huzur gelmesinin önü açıldı ve gerçekler de birbir ortaya döküldü. Bu durum, ülkemiz için tarihî – bulunmaz bir fırsattır. Başta Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN olmak üzere karşılıklı geliştirilen ikili ilişkiler – ülkelere gönderilen siyasî / ticarî heyetler, eskiye sünger çekme faaliyetleri, Suudi Arabistan’la – 2 Ekim 2018 tarihinde öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili - bozulan ilişkilerimizin düzelmeye başlaması ve ERDOĞAN’ın bu ülkeyi ziyaret etmesi, FETÖ darbesiyle birlikte gerilen ve neredeyse 5 yıldır görüşülmeyip kopma noktasına gelen Dubai – BAE ve Körfez’deki diğer ülkelerle yapılan ikili görüşmeler, Mısır’la ilgili dirsek temasında bulunulması ve bunlara benzer bir dizi diplomatik ziyaret, olumlu adımların atılması için ön ayak olsa da – geçmişten ders çıkartılması adına – bir daha “devletin dostu olmaz, çıkarı olur ve bunların da korunması lazım!” gerçeğini unutmamamıza sebep olur.

Suriyeli sığınmacıların geri gönderilmeleri konusunda atılan olumlu adımlar, bir milyon Suriyeli için Suriye’nin kuzeyinde inşa edilen “briket evler” tarzındaki kentlerin oluşturulması ve oralara gönderilerek iskân edilmesi, hem iç politika ve hem de herkesin vatanında rahat ettirilmesi açısından olumlu bir gelişmedir. Kötülükle – zulümle birilerinin ihya (abad) olduğu görülmüş şey değildir. Türkiye, Suriyeliler konusunda üzerine düşeni haddinden fazla yapmıştır, artık zaman geri gönderilme ve herkesin yerlerine iskân edilme zamanıdır. Bunu da adil ve hakkaniyet ölçüsünde yaparsak, hem ikili ilişkilerimiz daha fazla zarar görmez ve hem de sırtımızdaki ekonomik yüklerden kurtarmış oluruz. Belki Esad eskisi gibi “kardeşimiz” olmayacak ama en azından devletler açısından buzlar da erimiş olur.

İktidarlar “geçici”, “kalıcı” olan devlet olduğuna göre başta komşularımız olmak üzere dinî – millî hassasiyetlerimiz olan tüm devletlerle yeniden ikili ilişkileri kurmak ve gelecek adına bunları tesis etmek gerekir. ABD ve AB ülkeleri istemiyor diye bizler; ne komşularımızla, ne ırkdaşlarımızla ve ne de dindaşlarımızla kötü olamayız. “Zararın neresinden dönersek kârdır!” gerçeğini kabul ederek dış politikadaki hataları tekrarlamamış olur ve birilerinin gazına göre hareket etmezsek, bölgedeki rolümüz daha da pekişmiş olacak ve hak ettiğimiz değeri – itibarı göreceğiz.

PKK – YPG GİBİ ÖRGÜTLERLE KARARLI MÜCADELEDE OLUMLU GELİŞMELER

Ülkemiz; hem içten ve hem de dıştan sarılmış, kuşatılmış durumda. Geçmişte adına Şark Meselesi denilen ve başını Ermenilerin çektiği olaylar silsilesi başarılı olmasa da yine aynı bölgede oynanan Kürt kartı üzerinden PKK terör örgütü peydahlanmış ve devletimiz tüm kurumlarıyla bu belayla 40 yıl uğraşmak zorunda kalmıştır. Hem ekonomik, hem siyasî ve hem de diplomatik krizlere sebep olan PKK terörü, AK parti iktidarının “açılım” – “af” ları sayesinde bitirilmeye çalışılsa ve bunda da başarı elde edilemese de artık son zamanlarda yapılan “harekât” ve “operasyon” larla birlikte bitirilme aşamasına getirilmiştir. Terör örgütü yediği darbelerle, hem içte ve hem de dışarıda eski etkisini yitirmiş ve Meclis’teki uzantısı HDP’nin kapatılmasıyla birlikte de ait olduğu çöplüğe gömülecektir, bundan hiçbir şüphemiz yoktur.

Neçirvan Barzani başbakanlığındaki Kuzey Irak’taki yerel hükümetin PKK’yla mücadelesi ile Suriye’nin kuzeyinde yer alan bölgenin PKK’sı konumundaki YPG üzerinde ABD’nin etkisini yitirmesi ya da öyle gözükmesinden de çıkartacağımız fırsatlar vardır. Bir an önce bu melanetleri ait oldukları bataklığa gömer ve bölgeye barışı / sükunu tesis eder – bunlarla ilgili Suriye ve Irak devletleriyle ilgili diplomatik ziyaretleri sıklaştırırsak emin olunuz ki bölgede ne ABD, ne Rusya ve ne de havarileri kalmaz. Komşularla geliştirilecek ikili ilişkilerin meyvesi belki zaman alacak ama kurulacak “blok güç” lerle bu ilişkileri daha da pekiştirebiliriz. Kimsenin gazına gelmeden hele hele sekteye uğratılan başarısız diplomatik girişimlerle artık bir yerlere varılmayacağı gün gibi aşikâr iken artık “aracı” kullanmamalı ve yerinde müdahalelerde bulunmalıyız.

Ülkemizin güneyinde (Irak ve Suriye devletlerinin kuzeyinde) PKK- YPG gibi örgütlerin taşeronluğu üzerinden kurulmaya çalışılan paravan “Kürt Devleti” ne müsaade edilmemeli, böyle bir devletin adım adım “Büyük İsrail” olduğu bilinmeli ve bununla ilgili olarak bölgesel devletlerle dirsek temaslarında bulunmalı, yılanın başı kuyusunda ezilerek hayat bulmasına son verilmelidir. Devletimizin terör ve uzantıları konusunda yaptığı çalışmalar, bölgedeki kalkınma faaliyetleri artık Doğu ve Güney Doğu Bölgelerimizin terörle anılmamasına sebebiyet verecek ve huzur / mutluluk ve kendine güven tesis edilmiş olacaktır.

Hem içte ve hem de başta çevremizdeki komşularımız olmak üzere dışta istediğimiz başarıya, olumlu ikili / çoklu ilişkilere kavuşmak ve bir yıl sonra yapılacak seçimlerde ülkemiz / bölgemizdeki fırsatları geri tepmemek adına sizce de her şeyin en iyisini hak etmiyor muyuz?!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı