BIST9.079,97%3,10
USD32.3671%0.07
EURO34,9383%-0.23
ALTIN2.325,51%0.22

Yozlaşmanın kalesi; AVM’ler

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
20 Kasım 2021 09:18

1990’lı yıllarda birçok büyükşehirde adıyla müsemma kısmî AVM (alışveriş merkezi) – kısmî eğlence merkezi olarak faaliyet gösteren yerler vardı ve buralar bazen maşukların “buluşma noktası” olarak da kullanılırlardı. Zaman geçtikçe, ihtiyaçlar çeşitlenip çoğaldıkça bunların yerini daha devasa / çok katlı binalara – komplekslere bıraktı. Hayatımıza AVM olarak giren bu yerler, olmazsa olmazlarımız mı yoksa olmaması gereken yerlerimiz mi?!.. Gelin hep birlikte bu konuyu kurcalamaya çalışalım;

Batı’dan gelen her şeyi “doğru” – “mubah” olarak gören taklitçi anlayış, ne yazık ki AVM’ler konusunda sınıfta kalmıştır. Batı’da bile olmayan (Batı’da genellikle şehir dışına inşa edilen ve çevresi açık bırakılarak yapılan AVM’ler, ülkemizin dört bir köşesinde her ne hikmetse şehrin böğrüne hançer gibi saplanmış ve marifet / meziyet mantığıyla böyle devam ettirilmiştir), şehircilik anlayışı ve mahalle kültürünün içine eden, keşmekeş olan trafiği de daha beter bir duruma sokan bu “çarpık yapılaşma” nın örneği olan AVM’ler; birçok kültürümüzü ortadan kaldırdığı gibi “bilinçsiz tüketim” in de fitilini ateşlemiş, tüketicilerimizi “cırt” seslerine mahkûm etmiştir.

Beton, cam, kompozit panel, demir – çelik yığınlarıyla donatılan entegre yapıları, şaşaa ve debdebeli görüntüleri, otopark kat sayıları, otel – hastane ve içlerindeki meşhur zincir marka ve mağazaları, son katlardaki restoran ve ayak üstü (fast food) yeme – içme yerleri, sinema salonları, oyun alanları, “pet shop” larıyla (kedi – köpek – kuş gibi küçük canlı evcil hayvanların ve eşyalarının satıldığı yerleriyle) birlikte kapalı alan büyüklükleri ve “merkez konum” larıyla birbirleriyle yarış içerisine giren bu yerler, ne yazık ki hem bilinçsiz tüketimin önünü açmış ve hem de “cırt mağdurları” nın sayılarını arttırmıştır.

Sevgililer – anneler – babalar – kadınlar ve doğum / evlilik günleri gibi yılda bir gün kutlanan özel günler, yılbaşı ile dinî bayramlar öncesinde bir hafta boyu ziyaret edilen bu kutsal (!) yerleri arşınlayanların herhangi birini çevirip “en son hangi büyüğünüzü ziyaret ettiniz ya da mezarına gittiniz?” diye sorsanız, emin olunuz ki size verecek bir cevabı olmaz, olamaz ama bir hafta sonu AVM’leri ziyarete gitmezse diğer hafta sonu mutlak bir şekilde onların yolunu tutup sevgilisine (!) kavuşmanın engin hazzını / huzurunu yaşar, yaşayacaktır. Korona virüs süreciyle birlikte başlayan “yasak” ve “kısıtlamalar” la kapatılan AVM’lere giriş – çıkış serbestiyeti başladığı zaman önlerindeki kuyrukları ve birbirlerini ezercesine itiş kalkışları bir hatırlayın, çok yazık!..

Adım başı mantar gibi türeyen AVM’ler; esnaf – alışveriş – mahalleli kültürünü (hele hele o eski “veresiye defteri” alışkanlığını) ortadan kaldırmış, toplumumuzu yabancılaştıran – ötekileştiren – yozlaştıran – anti sosyal hâle getiren mekanlar haline gelmiştir, getirilmiştir. AVM’ler; Esnafların – komşuların – ahbapların buluşma / çay – kahve sohbetlerinin yapıldığı noktalar değil, zincir ve marka mağazaların birbirleriyle yarışırcasına “köşe” kapmaca oynadıkları – “şerefiye” yarışına girdikleri, Türk’e has “pazarlık yapmak sünnettir!” anlayışının yapılamadığı – “kurtarmaz be abi, abla!” tatlı polemiğinin yaşanmadığı, tam aksine “barkod ne ise, o!” meymenetsizliğinin yaşandığı yerlerdir.

Fizikî büyüklük, marka çeşitliliği ve olduğu muhitlerle birlikte anılan – kondurulduğu yerlerden tanınan AVM’ler; tüketimcilik ve kültür yıkımının (yozlaşmanın) bir göstergesi olmuş, hatta ve hatta buralar toplumun standartlaştırılmasına / tek tip haline getirtilmesine yardımcı olmuş, insanlar “kapalı kutular” içerisine tıkılmış, yarı açık cezaevini andıran volta yerleri haline getirilmiştir. Lüks AVM’lerde alışveriş yapan kişilerin saygınlığı ve ortaya koyduğu başarı (hatta bazı özel günlerde lüks mağaza kapattıran “ünlüler” e de rastlamamız da boşuna değildir); bu kişilerin markalara / mağazalara karşı olan bağımlılığı ve cep şişkinlikleriyle (cırt cırt (kredi kart) larıyla, cash’leriyle pardon nakitleriyle) ölçülür, ölçülmüştür.

“Geleneksel Yaşam” ı ya da diğer bir ifadeyle “Anadolulaşma” yı, “gelişmemişlik” ve “gericilik” in göstergesi olarak kabul eden AVM’ler; Statükonun en büyük müttefikleri hatta en mükemmel ortaklarıdır. Çok kolay kontrol edilebilen, tek düze hayatı benimseyen ve körü körüne itaatkâr (AVM’lerin girişinden – çıkışına ve içerdeki tüm kurallara (sadece güvenlik ve hırsızlık olaylarını minimize etmek olsa da bu, özgürlüğüne düşkün Türkler için biraz fazla olsa gerek!) uymak zorundasınız, aksini düşünmeyin bile!) olan toplumlarda sosyal yapının kurucusu, tasarımcısı, planlayıcısı, “bilinçsiz tüketim” canavarı, geleceği ipotek altına alan pimi çekilmiş bombalardır.

Kapalı mekanların havasızlığı, beton / asfalt zeminler üzerinde sürekli gezinti yapılması (insan vücudunda biriken biyoenerji toprak zeminler sayesinde daha çabuk bir şekilde vücuttan atılır ama beton ve asfalt zeminler daha çok enerji hapsolmasına / dışarı atılmamasına sebep olur), otoparklardaki araçların sebep olduğu karbondioksit / karbonmonoksit gaz salınımlarının olumsuz etkileri, atmosferik oksijene kolay bir şekilde ulaşamama ve mekanik havalandırmaların yetersizliği, insan trafiğinin had safhada olması nedeniyle manyetik rezonans (MR) etkisi yapan AVM’ler; insanların gündelik stresini almaz, eğlendirmez, tam tersi büyük bir yorgunluk ve baş ağrısı çekmesine – sinir / stres deposu olmasına sebep olur ve böylelikle günü zinde değil yorgunlukla bitirmiş olursunuz. AVM gezintisi yapan insanların günün sonunda kendilerini aşırı derecede yorgun hissetmelerinin sebebi de budur. Bu haliyle birlikte AVM’ler; Sağlıksız mekanların kalesi, yozlaşmanın abidesi sayılır.

Biz, kimsenin parasının – ticaretinin – yatırımlarının ve iş yapma kurallarının düşmanı olmadık, olmayız. Ancak söz konusu olan aynı şehirde bir arada yaşamak ve bizi “biz” yapan değerlere sahip olmaksa, bunu yapmanın yolu da; şehre – topluma düşman olarak / düşmanca davranarak değil, kuralına – şehircilik anlayış ve ahlâkına göre yapılmasına ön ayak olmaktan geçer. Tüketici bir birey ve toplum olmak da bunu gerektirir.

Yaşanabilir ve yaşatılabilir bir şehir / ülke bırakan – bıraktıranlara ne mutlu!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı