BIST9.693,46%1,77
USD32.5355%0.02
EURO34,7190%0.09
ALTIN2.499,53%0.61

“İstenmeyen adam” olmak

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
29 Ekim 2021 10:03

Dış politika belirleme, yönetme, yönlendirme, ayakta tutma ve bunları sistematik hâle getirip kalıcı kılmanın / “devlet politikası” haline getirmenin belli başlı unsurları vardır. Bunlardan birkaçı da temkinli konuşma, blöf yapma ve menfaatleri korumadır. Son zamanlarda yaşanılan bazı olaylardan da hareket ederek bu konulara yüzeysel olarak değinmeye çalışalım;

1 – Temkinli Konuşma

İç ve dış politikada konuşma – güncel / gündem belirleyen mevzularda fikir beyan etmenin başlıca dayanağı; bilgi sahibi olma, hitabet ve ikna gücü kabiliyetinden geçer. Bir adım sonrasında pişman olacağınız bir sözü – sırf laf olsun / peynir gemisi yüzsün diye – söylerseniz; Bu sizin, pişmanlık merdivenini adım adım çıkacağınızı gösterir ve sonuçta önü alınamayan hatalar zinciri başlar. Bu anlamda “boş konuşmak” tansa – “sükût altındır!” misâli - “hiç konuşmamak” daha iyidir.

19 yıldır iktidarda ve 3 Kasım 2021 itibariyle yeni bir iktidar yılına girecek olan AK Parti, dış politika konularında – hiç şüphesiz ki – güzel şeylere imza attığı gibi hatalı icraatları da olmuştur. “Komşularla sıfır sorun” diye diye “dost” sayılabilecek bir tane komşumuzun olmaması, “Kardeşim Esad” la başlayıp “düşmanım Esad” a dönüşen Suriye politikası, İran – Irak – Ermenistan – Gürcistan – Bulgaristan’la sözlü sataşmalar / kavgalarla başlayan ve arada sırada bir şekilde durulanan girift ilişkiler, Yunanistan’la deniz / kıta sahanlığı – kara suları sorunu ve Ege semalarındaki “it dalaşları” gibi anlık sorunlar, bir taraftan Türkiye’nin çıkarlarını ters yüz ederken diğer bir taraftan da Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın BM Genel Kurulu toplantısında “dünyanın beşten büyük olduğu” nu haykırırcasına bağırması, mazlumların acısına tercüman olması da bizleri bir o kadar sevindirmiştir. Ancak bu dengeyi çok iyi korumamız, birilerini korumaya çalışırken kendi çıkarlarımız / geleceğimizden de olmamamız gerekir, gerekiyor. Bir nevi; kaş yaparken göz çıkartmayalım!...

ABD Başkanı Joe Biden’le BM toplantısından önce ayak üstü konuşan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın Ermeni Tasarısı konusunda yöneltilen soruya karşı verdiği “Hamdolsun bu konuyu konuşmadık!” cevabı yerinde olmayan bir cevap olmuştur. Bu cevabın yerine “Arkadaşlar! Bu konular ayak üstü konuşulacak, tartışılacak meseleler değildir. Kurumlarımız bunlarla ilgili gerekli çalışmaları yaptıktan sonra karşılıklı görüşmeler sağlanacaktır.” şeklinde ifade edilseydi, bu; hem iç politika malzemesi yapılmaz ve hem de dış politik meseleler yüzünden ülkemiz gülünç durumlara düşmezdi. Bu açıdan baktığımız zaman, “temkinli konuşma; hiçbir şey bilmeden konuşan, içi boş bir konuşma” şekli değildir. Konuşup rezil olmaktansa, susup vezir olmak daha iyidir.

Elçi – büyükelçi – konsolos – başkonsolos – ataşe ve maslahatgüzar gibi diplomatları atarken de sadece ehliyet ve sadakate değil, aynı zamanda da hitabet / ikna gücü / bilgi birikimi ve tecrübe gibi liyakatlere de bakmak lazım. Diplomatlar; ülkenizin dışarıdaki temsilcileri olmalarının yanı sıra aynı zamanda da sizi yansıtan yüzlerinizdir. Bu anlamda ileride başınızı ağrıtacak, konuşmasını bilmeyen (bir nevi boş konuşan) kişileri de göreve getirmemek / yetki ve sorumluluk yüklememek gerekir. Gelecek adına politika üretemeyen, temsil edilme konusunda amatör kalan ve bunu da diplomatik arenada yansıtanların gönderdikleri kişiler, belli bir müddet sonra - o 10 ülkenin büyükelçisi gibi – “Persona non Grata” (İstenmeyen Adam) ilan edilebilirler. Bu da ülkeler için çok kötü / istenilmeyen bir durum olsa gerek!...

2 – Blöf Yapma

Dış politikada sizi yüceltecek jeopolitik / jeostratejik değerleriniz varsa ve muktedir olmayı beceremeyen iktidarlarınız yüzünden bunları kullanamıyorsanız, “bu durum sürekli olarak böyle devam edecektir!” diye bir kural yoktur. İlerleyen süreçlerde belki bu değerleri kendi menfaatleriniz için kullanabilirsiniz. Bunun içindir ki zayıf düştüğünüz / çaresiz kaldığınız anlarda ortaya atacağınız bir blöf size “can suyu” katabilir. Blöflara kof bir ceviz olarak bakmamak / değerlendirmemek gerekir.

“Para Sihirbazı” olarak geçinen aslında tüm darbelerin planlayıcısı / finansörü ve mimarı George Soros’un hizmetinde / Açık Toplum Vakıfları’nın Türkiye kolu olan Osman Kavala’nın tahliye edilmesi için akıllarınca talimat vermeye / kulak çekmeye çalışan 10 ülkenin büyükelçisinin düştüğü durumları son 10 gündür izliyoruz. Bu büyükelçileri “İstenmeyen Adam” ilân eden Cumhurbaşkanımız ERDOĞAN’ın geri vites yapmayan tavrı karşısında tek tek özür dilemeleri ve ABD Başkanı Joe Biden tarafından Haziran’da ABD Ankara Büyükelçiliği’ne aday gösterilen Jeffrey Lane Blake’nin büyükelçilik görevinin 26 Ekim’de Senato’da kabul edilip onaylanması aslında blöf sürecinin işe yarayıp hızlandırdığını göstermektedir. Aynı şekilde “istenmeyen adamlar” la ilgili tartışmalar devam ederken hatalarını kabul eden elçilerin, istenmeyen yerde görünmemek adına – 28 Ekim’de Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu’nun da ifade ettiği gibi – bavullarını toplayıp anlı şanlı ülkelerine dönme niyetleri de bu blöfün işe yaradığını göstermektedir.

Blöf, ikili ya da çoklu devlet ilişkilerinde her zamanda işe yaramayacağı gibi bazen de bumerang etkisi yapabilir. Bu silahı yerinde ve zamanında kullanmak ve niyetinizi göstermesi açısından da yaptıklarınız / söylediklerinizin de arkasında durmanız gerekir. Aksi takdirde devlet ciddiyetiniz ortadan kalkacağı gibi uluslararası platformlarda da muhatap alınmanız da ciddi sıkıntılar doğurabilir. Bu tarz olumsuzlukları T.C. Devleti’ne yaşatan / yaşatmaya çalışan her kimse ileride böyle bir şeyin hesabını veremez, böyle bir vebalin altına girmez, girmek de istemez.

3 – Menfaatleri Koruma

“Doğuştan şanslı olmak”, “dört ayağı üzerine düşmek” gibi atasözlerimiz, T.C. Coğrafyası için de geçerlidir. Ancak bu, bazen terbiyecisini parçalayan aslanın durumuna düşmenize vesile oluyor. Coğrafyanız, sizi; avantajlı iken tam tersi dezavantajlı bir duruma düşürebilir. Kökü maziden gelen bir devlet anlayışınız var ve yeraltı / yerüstü zenginlikleri birilerinin iştahını kabartacak derecede ise bunu çok iyi kullanmanız, zararlarından çok faydalarını konuşmanız gerekir.

Millet ve devlet olarak Türkler; sürekli olarak düşman kazanmış, artıları bol olan - dikkat çeken coğrafyada hükümranlık kurmuş ve sonunda da adına Türkiye denilen “aziz vatan” da kıstırılmış / hapis edilmiştir. Aynı anda dört mevsimi yaşayan, Boğazlar ile ticaret yolları üzerinde bulunan, deniz – hava – kara yoluyla (üç tarafı suyla dört tarafı hainlerle) çevrili olan ülkenin bunlarla ilgili güvenliğini sağlamak / devamlılık esası üzerinde sürdürebilmek de ayrı bir maharet / meziyet ister, istemektedir. Türklerin olduğu her bir coğrafyada acı, kan ve gözyaşının / terörün eksik olmayışının ardında işte bu gerçek yatmaktadır. Bulunduğunuz coğrafya ile sahip olduğunuz nimetlerinizin farkına varamayıp bunları çıkara (menfaate) dönüştüremediğiniz sürece, bu; hem sizi diğer devletlere karşı güçsüz kılar ve hem de aynı değerleriniz pespaye edilmiş olur.

Menfaat ilişkileri; ırk – din – dil – tarih – kültürel ve coğrafî yakınlıklardan ziyade “gelecek” adına sizi bekleyen tehdit / tehlikelere karşı koyamıyor ya da bertaraf edemiyorsa bu değerler sizi kenetlemez / yakınlaştırmaz, tam aksine uzaklaştırır. Türk Cumhuriyetleriyle ilgili yaşadıklarımız, Arap Baharı’yla birlikte karşımıza çıkan sorunlar yumağı bu tezimizin çok açık bir göstergesi olmuştur. Son birkaç yıldır Azerbaycan’la ilgili yaşadığımız dostane ilişkiler, Libya – Mısır – İran – Irak üzerinden ortaya konulan ikili / çoklu ilişkiler menfaatlerimizi koruma açısından önemlidir. Ayrıca Suriye’yle ilgili bir an önce kalıcı barışın sağlanması; hem Irak’ın kuzeyini içerisine alacak şekilde kurulması planlanan yeni bir tampon devletin oluşmasını engellemiş olacak ve hem de Rusya’yla geliştirilecek olan ilişkiler açısından da çok önemli olacaktır. Kıbrıs’la ilgili belirsizlikleri ortadan kaldırmadan ve sorunları KKTC lehine çözmeden, deniz ve kara mili meselelerini halletmeden Yunanistan’la uzun vadeli bir didişmenin içerisine girmek hayrımıza olmayacaktır. Ayrıca Doğu Akdeniz ve Karadeniz’de petrol ve doğalgaz arama çalışmaları – işlenmesi / pazarlanması; hem komşularımızla geliştirilecek ilişkiler açısından ve hem de “dünya enerji pazarı” nda söz sahibi olmamız için de geçerli argümanlar olacaktır.

Hangi açıdan bakarsanız bakın, kendi içinizdeki “yabancı temsilciler” in hataları ile sizin ülke politikalarınız dış politika belirlemede sınıfta / dünya liginden geri kalıyor, el pençe durmanıza sebep oluyorsa, işte o zaman ülkenizin anahtarlarını başkalarının eline teslim ettiniz demektir. Böyle bir durumda istenen adam olsanız ne yazar, olmasanız ne!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı