BIST9.693,46%1,77
USD32.5878%0.18
EURO34,7492%0.18
ALTIN2.507,03%0.91

“Servetimi karıncalar taşısın, onurumu gemiler bile kaldıramaz!”

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
27 Ekim 2021 09:23

Radyolar; Eğlence – dinlence hayatımızın ilk göz ağrıları, olmazsa olmazlarımızdan biri olmuştu. Zaman geçtikçe de şekilleri / boyutları da değişen bu “mini dostlarımız”, her gittiğimiz yere taşıdığımız / taşımak zorunda kaldığımız yarenimiz olmuş, hatta “üzerleri tozlanmasın!” diye evde güzel bir köşede dantelli örtülerle koruma altına alacak kadar “değerlilerimiz” arasında yer almıştı.

Ölçüleri küçüldükçe – anten çubuklar icat edildikçe zamanla araçlara monte edildikten sonra da trafikte yolculuk aşamasında, gittiğimiz piknik alanlarında dinlediğimiz / dinlemekten de haz aldığımız bu eğlence aynı zamanda da haberleşme araçları; TV gibi hem göze ve hem de kulaklara hitap etmediği için sadece kulaklıklarla bile dinleniyor ve eğleniyoruz.

Bir zamanlar köyümüzde muhtarlık yapıp birçok hizmetin getirilmesinde bile katkısı ve hayatım boyunca örnek aldığım “ender” insanlardan da biri olan rahmetli dedemin, çocukluğumda dinlediğim ama markasını hatırlamadığım lambalı bir radyosu vardı. Bu o kadar büyük bir radyoydu ki 50 – 60 cm boyunda, 25 – 30 cm yüksekliğinde 10 – 15 cm genişliğinde ölçüleri vardı ve bu sürekli olarak mutfak tezgâhı üzerinde dururdu. Radyo dinledikçe içinden nasıl sesler çıkarttığını hep merak eder, dedeme sorardım, dedem de “radyonun içinde insan var!” der ve beni güldürürdü. Üzerinden en bir 40 yıl geçse de ben hâlâ radyonun içinde insan olduğunu (!) düşünüp güler geçerim!...

Zaman ilerledikçe yıllar sizi bir taraftan büyütüp dururken diğer bir taraftan da radyoların o dev ölçüleri küçülmeye, şekil olarak küçülen radyoların yayın kalitesi artmaya – hedef kitlesi de genişlemeye başladı.

İlkokulu okuduğumuz yılların son iki sınıfında (1982 – 83 ve 1983 – 84 eğitim / öğretim yıllarında) okul paydosundan hemen sonra TRT’de hafta içi her gün 16.00 – 17.00 arası yayınlanan “Okul Radyosu” adlı program ile her çarşamba günü 21.00’de başlayıp 45 dakika ile bir saat arası süren “Radyo Tiyatrosu”, cumartesi ve pazar günleri yayınlanan eğlence programları ile koro / solo şarkı ve türkü konserlerinden aldığım zevk / hazzı artık günümüzde alamıyoruz. Ben bu anıları rahmetli babamın bana aldığı önce Sanyo ve sonrasında da Grundig marka radyoları sayesinde kazanmıştım. (Bu değerli anıları bahşeden / bana yaşatan ve kayıplarıyla binlerce kez kahrolduğum bu vesile ile anacağım; 27 Eylül 2019 da aniden kaybettiğim dedem Dursun Ali Akgün’e, 23 Kasım 2020 de hasta yatağında kaybettiğim korona virüs nedeniyle de cenazesine katılamadığım hep içimde uhde kalan babaannem Emine Akgün ile 10 Nisan 2021 tarihinde kanser illetinden kaybettiğim canım babam Mustafa Akgün’e bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum, mekanları cennet olsun.)

TRT’den sonra 90’lı yılların başından itibaren yayın hayatına giren özel radyolarla birlikte; hem radyo kanal (istasyon) sayıları arttı ve hem de “özel radyoculuk” diye yeni bir sektör oluşmuştu. Farklı figüran ve modellerin sektöre girmesiyle birlikte artık radyolar gündelik hayatımızda öyle bir yer aldılar ki âdeta onlarla yatıp onlarla kalkar hâle geldik, haşır neşir olmaya başladık. Yeri geldiğinde toplumun en can alıcı noktalarına parmak basan, yeri geldiğinde sosyal sorumluluk projelerinin içerisinde ve sanat / sanatkâr yetiştirmek için örnek bir okul olan, yeri geldiğinde de pandemi sürecinde “Hayat Eve Sığar!” ve “Evde Kal Türkiyem” kampanyaları sayesinde evlerde tıkılmamıza sebep olan can sıkıntılarını ortadan kaldıran radyolar iyi ki hayatımızda varlar, onlar iyi ki can dostlarımız!...

Sabit olan işyerlerimiz, evde ve can sıkıcı trafikte “neşe kaynağı” mız – zaman geçirme aracımız olan radyoların birçoğunu da severek / isteyerek, yer yer bölgesel, yer yer ülke genelinde yayın yapanları da dinliyorum. Bilhassa kendimizi bulduğumuz / bizi biz yapan yöresel radyoları da daha çok dinliyorum. İşte bunlardan bir tanesi de 98.2 frekansında yayın yapan Karadeniz FM’dir. Sabah işe giderken bir taraftan Rize ilimizin uşağı Lahana Mustafa’yı dinlerken, diğer bir taraftan da akşam iş dönüşünde de “Onurun Taksisi” programında yine bir Karadenizli olan Onur Sakar kardeşimizi dinliyor,keyif buluyor ve bunlar keşmekeş İstanbul trafiğinde emin olunuz ki bir ilaç gibi geliyor, gelmektedir, hatta size de tavsiye ederim!...

Bir şekilde gündelik hayatımızın içerisine giren radyo programlarının bazılarını kendimize göre örnek de versek, Onur Sakar kardeşimizin programında da mutat aralıklarla kullandığı “Servetimi karıncalar taşısın, onurumu gemiler bile kaldıramaz!” sözünü seçmemizdeki sebep de bir an olsun özel radyo ve yayınlarına dikkat çekmek olmuştur.

Netice itibariyle;

Birçoğumuz da acı / tatlı anılar bırakan ve hayatımızda bir şekilde izleri olan radyolar; iyi ki varlar!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı