BIST9.716,77%-0,05
USD32.546%0.03
EURO34,9585%-0.04
ALTIN2.439,48%0.13

DEVLETLER VE ORDULARI

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
14 Haziran 2021 10:10

Düne kadar en küçük yapılanma birimi olarak “aile” yi gören sosyoloji bilimi; artık bunun yerine tek başına hareket eden - her yönüyle güçsüz olan– sistematik bir yapıya ve işleyişe sahip olmayan - uluslararası arenada itibar görmeyen ve muhatap kabul edilmeyen “devletler” i koymuştur.

İngiltere, Rusya, Çin, Japonya, Almanya, Türkiye gibi devletler; dil, din (ya da inanç), ırk, coğrafya farklılıkları olsa bile gerek “İmparatorluk” ve gerekse “başsız kalmama” geleneklerinden gelen köklü bir geçmişe sahip olmasıyla birlikte, hem hiçbir zaman “devlet” siz kalmamış ve hem de şahıslar üzerinden iktidarları gelip geçici olsa bile devletleşme tarihleri itibariyle – yine aynı oranla – sahip oldukları “ordular” ı sayesinde bir şekilde sistemsel yapıları üzerinden devletlerini korumuş, ayakta kalmaya çalışmışlardır.

Tarihe derin iz bırakan birçok büyük savaş neticesinde tarumar olan devletler / “yıkılmaz” gözüyle bakılan imparatorluklar ile bu savaşlarda “zaferler” elde edenlerin geçmişlerine baktığımız zaman bu siyasi yapılanmaların - birkaç istisnai durum haricinde - güçlü orduları sayesinde zaferlere imza attıklarını ve karşımıza; “güçlü devletler, ancak güçlü orduları sayesinde ayakta dururlar!” gerçeğini çıkartmış olduklarını görürüz.

Belli başlı birçok unsurun eksikliği açısından baktığımız zaman, devletin “devlet” olmasında bir sakınca olmayabilir. Ancak güçlü bir devlet; “sistem” dediğimiz “siyasi yapılanması”, ekonomik ve askerî güçleri sayesinde “güçlü” olur. Hatta bazı devletler; kökenlerinden gelen gelenek, genetik yapı ve inançlarından dolayı aldıkları terbiye sayesinde öyle bir hâle gelir ki ekonomik ve siyasi yapılanmalarından daha ziyade sadece askeri gücü bile onları çok güçlü bir devlet yapabilir. (Tarihte bunun birçok örneği olduğu gibi o devletlerin günümüze kadar gelen uzantıları da vardır. Türkiye, İngiltere, Çin ve Japonya gibi devletlerde olduğu gibi..) Hem ekonomik, hem siyasi ve hem de askeri gücü yerinde olan devletler; bir taraftan “dosta güven, düşmana korku” salıp varlıklarını idame ettirirken, diğer bir taraftan da siyasi olarak uluslararası platformlarda itibar görüp muhatap kabul edilirler. Bu yüzdendir ki, güçlü devletler, bilhassa orduları sayesinde; hem savunmasının omurgasını oluşturmuş ve hem de diğer devletlere karşı “caydırıcılık” unsurunu kullanmış olurlar.

Sistem katmanları tümüyle oturmuş – hiyerarşik bir yapıya sahip olmuş devletlerdeki askeriyenin (ordunun) de kendine has “kural, konsept, işleyiş, disiplin ve terbiye” si vardır. (Bu, “düzenli ve modern bir ordu” olunabilmesi, askeri tatbikatlara ve kurulmuş / kurulacak ortak ordulara katılabilmesi için de uluslararası geçerliliğe sahip altın bir kuraldır.) Dünyanın dört bir tarafındaki askerî dilde de bilinen bu beş bilinirli denklemin herhangi bir kolunu çıkartırsanız; mekanizmayı işlemez hâle getirir ve devlet içerisindeki “ordu” yu da pespaye etmiş olursunuz.

Tüm sistem ve işlevsel hâliyle oturmuş (ya da kurumsal) bir ordusu olmayan veya ordu yapısı bozulan devletlerin savunmasını; ülke toprakları çeşitli bahanelerle (diğer bir ifadeyle; jeopolitik – jeostratejik öneme sahip bir coğrafyanız ya da dünya çapında kabul görecek rezerv ve çeşitliliğe sahip zengin maden yataklarınız varsa) başka devletler tarafından ele geçirilip “üs” haline getirilen ve burada konumlandırılmış orduları bulunan devletler, “lejyoner” – “mafya” görünümlü paralı askerler, “kamp” adıyla ülke topraklarında barındırdıkları- rakip ya da düşman gördükleri devletlere karşı kendi amaçlarına hizmet ettirip piyon – maşa gibi kullandıkları terör örgütleri tarzındaki illegal yapılanmalar yapar.

Adına “devlet” denilmeyecek yapıya sahip olanlar veya kabile anlayışıyla yönetilen ama düzenli – modern bir orduyu dizayn edemeyecek / ayakta tutamayacak kadar ekonomik ve siyasi güce sahip olamayanları bahsettiğimiz bu tarz yapılanmalar korursa; bırakınız büyük çaplı bir savaşı, küçük bir kargaşa / iç karışıklıkta bile ne tür tehlike ve tehditlerin beklediğini görmek için Suriye, Yemen, Irak, Kuveyt, Yunanistan, Ermenistan, Azerbaycan ve diğer Türk Cumhuriyetleri gibi devletlerin son 30 yılda yaşadıklarına bakmak gerekiyor. Bu tür devletler, her ne kadar savunma ve güvenlik (bağlantılı olarak da “ordu”) bütçesine pay ayırırsa ayırsın, eğer ki “sistem” li bir orduları olmazsa, harcadıkları her bir kuruş, heba edilen bir emek olarak kayda geçirilmiş olur.

Dünyadaki tüm askerî harcamaların % 62’si ABD, Çin, Hindistan, Rusya ve Suudi Arabistan’a, geriye kalan % 38’i ise diğer devletlere ait. Türkiye ise askerî harcamalar / savunmaya ayırdığı bütçe bakımından dünyada 16. sırada yer almaktadır. ABD’nin 732, Çin’in 261, Hindistan’ın 71.1, Rusya’nın 65.1, Suudi Arabistan’ın 61.9, Fransa’nın 50.1, Almanya’nın 49.3 milyar dolar harcama yaptığı, ülkemizin de - yetersiz olsa bile - 20.4 milyar dolar harcamayla yer aldığı savunma bütçesi listesine baktığımız zaman bu harcamaların GSYH (Gayri Safi Yurtiçi Hasılası)’na oranları da şu şekilde karşımıza çıkmaktadır:

Suudi Arabistan % 8.0, İsrail % 5.3, Rusya % 3.9, ABD % 3.4, Türkiye % 2.75, Güney Kore % 2.7, Hindistan % 2.4, Çin % 1.9, Fransa % 1.9, İngiltere % 1.7, Kanada % 1.3, Almanya % 1.3.

Nüfus (Asya – Ortadoğu), nüfuz (AB, BM ve NATO gibi yapılanmalar) ve savunma bütçesine ayırdığı pay ve bu konuda son zamanlarda başta İHA – SİHA – Altay Tankı ve TUSAŞ tarafından üretilen T – 129 / T 129 – A ve T 129 – B gibi Türk Atak helikopterleri vb. yerli / millî üretimleri ile - ASELSAN Yönetim Kurulu Başkanı Haluk GÖRGÜN’ün 09 Haziran 2021’de3. Verimlilik ve Teknoloji Fuarı’nda da dediği gibi – 750 başvuru arasında 400 ürünün millîleştirilmesi, Millî Muharip Uçağı’nın mock – up’ının (örnek modellemesinin – bir nevi maket çalışmasının) görücüye çıkması gibi yaptığı yatırımlarla, dünya orduları sıralamasında “ben de varım!” demektedir.

Geçmiş tarihçesine baktığımız zaman ordumuz TSK’nin; hem BM ve NATO şemsiyesi altında “barış gücü” unsurları altında göz kamaştıran faaliyetlerde bulunması ve hem de bölgesinde “dosta güven, düşmana korku” salması karşısında ordumuzun filosuna; bir taraftan birden fazla yerli ve millî uçak gemisinin katılması, uçuş filosundaki uçak ve savunma sistemleri ile çeşitliliğinin arttırılması, diğer bir taraftan da daha profesyonel bir ordu olarak dizayn edilme çalışmalarına devam edilmesi gerekmektedir.

Milletimiz ve devletimizin gözbebeği olan ordumuzun, diğer devletlerin orduları arasında daha fazla yer bulabilmesi, uluslararası arenada daha çok muhatap kabul edilmesi ve itibarının artması için savunma bütçesine ayrılan pay arttırılmalı, yerli ve milli üretimlere ağırlık verilmesi – anti demokratik münferit olaylar olsa ve bunlar acı bir iz bıraksa bile – ordumuzun her zaman yanında / destekçisi olmalıyız.

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı