BIST9.693,46%1,77
USD32.5355%0.02
EURO34,7190%0.09
ALTIN2.499,53%0.61

“Makama saygı” edeptendir

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
19 Aralık 2020 10:34

Türkler, tarih sahnesine çıktıkları günden bugüne kadar geçirdikleri süreçte bir taraftan hem devlet olmayı ve hem de devletsiz kalmamayı öğrenmiş - öğretmiş ve diğer bir taraftan da “kuyruk” olmaktansa “baş” olmayı yeğlemiştir. Bu yüzdendir ki sürekli olarak böğründen kopa kopa “ya devlet başa, ya kuzgun leşe” diye haykırmış, yeri geldiğinde de gür sesiyle dünyayı inletmiştir.

Tarih, Türk’ün; türlü hile ve tuzaklarla esir alındığını yazar ama devletsiz yaşayamayacağını, başkalarının buyruğu altında köle gibi yaşamaktansa şerefli bir şekilde ölmeyi tercih ettiğini / edeceğini yazar. “Tarih” denilen derin dehliz, bu onur ve gurur abidesi milletimizin başarılarıyla doludur. Geçmişte Türk’ün (son zamanlarda da Osmanlı’nın) cihana nasıl nam saldığını bilen devletler, onun zaman ve zemin değişse bile ne yapacağını kestiremez, sillesinin acısını da sürekli olarak ensesinde hissederler. Kökeninde Türk’ün şamar etkisini öyle ya da böyle tadanlar; Akdeniz – Libya – Suriye – Azerbaycan vs ülkelerde yaptıklarımız karşısında “Osmanlı geri geliyor!” diye kuyruk acılarıyla cıyaklamazlardı.

İki bin yılı aşkın devlet geleneği - bağlılığı olan aziz milletimiz ve başındaki yönetim kadrosu; bir taraftan dünyadaki kendini bilmez devletlerle uğraşırken, diğer bir taraftan da sabır ve ar damarlarını çatlatma derdine düşen beynelmilel bir tayfayla uğraşma derdine uğraşmaktadır. Bilmiyorlar ki; Hem millet olma geleneğinden gelen bağlılığı ve hem de dininin ona bağşettiği “ulu’l emre itaat” kudsiyetinden dolayı bu aziz millet; “baba” bildiği devletine şeksiz / şüphesiz tam bağlılık esasına göre saygı duyar, sevgi besler ve hürmet gösterir. Yeri geldiğinde de volkan gibi patlar ve baraj kapaklarını bile mumla arar olursunuz. Neden mi;

Çin Seddi’nden başlayıp Malazgirt’le kapılarını açan ve Viyana’ya kadar dayanan aziz Türk milleti; topraklarını kaybede kaybede Anadolu coğrafyasında sıkıştırılmış ve etrafı da her gün yüzleşeceği hainlerle donatılmıştı, ki hiçbir zaman rahat ve felaha kavuşmasın. Bu düşünceye sahip olanların unuttukları bir yer vardı; o da Yaratan’ın bu milleti ne kadar sevdiği – kolladığıydı. Bu millet; etrafını çevreleyen ezeli ve ebedi düşmanlarıyla uğraşırken, aynı zamanda da İslam’ın tüm dünyaya yayılması için dininin ona yüklediği “halife olma” misyonunu da yerine getirmeye çalışıyordu.

“Anadolu” adı verilen zengin ve bereketli topraklara sahip olan ve sırf bu yüzden bile düşmanı da hiçbir zaman eksik olmayan ülkemiz; bir taraftan dış düşmanlarla uğraşırken, diğer bir taraftan da içimizdeki işbirlikçi – vatan hainleriyle uğraşıyor, bunlara harcadığı vakit ve nakdi de başka şeylere harcamış olsaydı uzaya dolmuşlarla sefer yapacağını da biliyordu. Nafile adamlarla uğraşmaktan biz yorulduk ama onlar yorulmadı.

Kendinden olmayana ses ve nefes hakkının verilmemesi gerektiğini, söylem ve yaptıklarıyla defalarca kanıtlayan bir zümre vardır ki, bunlar artık “illallah!” dedirtmeye başladı. Ülkemizde başını CHP’nin çektiği bu zümreye mensup olan zihniyet, artık işi çığırından çıkartmaya başladı. Başta devletimizin temsilcisi Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN olmak üzere, makam ve temsil hakkına haiz her kim varsa sürekli olarak – artık eleştiriyi bile geçtik – hakaret, ağza alınmayacak galiz küfürler ve edep yoksunu ifadelerle karşılaşmaya başladı. CHP’nin genel müdüründen başlayarak – ağız birliği yaparcasına - kendi üst perdelerinden çıkan boş seslere muhatap olduğumuz kulak tıkayıcı hakaretlere artık bir “dur!” denilmelidir. “Kem söz sahibine aittir!” sözünün arkasına saklanarak “Yeter artık!” dedirten had / sınır tanımayan bu edepsizliklere son verilmesi, sabır damarını çatlatmaktan başka cezai müeyyidelerin en tavanından uygulatılması gerekir. Aksi takdirde bunlar son bulmayacaktır.

İsmi – oturduğu koltuk ya da bizim için değersiz olan unvanları ne olursa olsun CHP’de son zamanlarda moda haline gelen “küfretme” alışkanlıkları ile “diktatör” benzetmeleri, başta Sayın ERDOĞAN olmak üzere kimseyi doğru bildiği yoldan döndüremez, caydıramaz. Onlar, bunu çok iyi bildikleri için de kendi geçmişlerini “Millî (!) Şef” – “Tek Adam” lıkla anlatarak geçirdikleri için gurur duymaktadırlar. Onlar, günümüz Türkiyesi ile cumhurbaşkanımızı da öyle zannediyorlar. Bilmiyorlar ki; güneş balçıkla sıvanmaz, attıkları çamurlar da ancak ellerine yapışır ve apışıp kalırlar, YAZIK!...

Kuduz olmuş köpek gibi salya sümük saldıran, ağzından çıkanları kulakları duymayan, laf ettiği yerin bu ülkenin “en tepe” – “saygı duyulması” gereken yer olduğunu bilmeyen ya da bilinçli olarak unutan, şahısla makamı birbirine karıştıran ya da şahıslar üzerinden makamları değersizleştiren edep – ahlâk yoksunu kişilerin en ağır cezalarla durdurulmaması halinde bu tablolarla karşılaşmaya devam edeceğiz. Biz; yüz yılda bir gelen / gelecek olan liderimiz ile köklü mevki ve makamlarımızı yolda – izde bulmadık, öyle pespaye de ettirmedik, ettirmeyiz.

Ey edep yoksunları;

“Diktatör” – “şerefsiz” ve “hırsız” görmek istiyorsanız, aynaya bakmanız yeterli olacaktır. Yok eğer ayna kâfi gelmiyorsa birbir suratınıza bakın, o da yetmiyorsa sizi eken tohumlarınızı araştırın, belki de bir karışıklık olmuştur. Yoksa bu milletten olan – bu devletin ekmeğini yiyen / suyunu içen, fırsatlarını kullananlardan böyle “edepsiz” çıkmaz, çıkmayacaktır.

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı