BIST9.772,31%0,52
USD32.5581%-0.03
EURO34,9890%0.39
ALTIN2.435,62%0.51

Arap devletleri mi dediniz; al birini vur ötekine

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
16 Ekim 2019 09:43

Bireylerin “millet” olabilmesi için belli başlı “yakınlık” ve “kenetleyici bağlar” ın olması ve bir arada bulunması gerekir. Millet ya da milletlerin de “devlet” yapılanması altında toplanabilmesi ve varlıklarını hem çevrelerinde ve hem de küresel camiada kabul ettirebilmeleri için uluslararası normlarla yönetiliyor olması, sınırlarıyla çizili ve adına “vatan” denilen kara parçalarına sahip olması, dil – marş ve bayraklarının olması, “zenginlik” kabul edilen tarihi – siyasi ve ideolojik sağlam bir yapıyla hüküm sürdürüyor olması gerekir.

Dünya denilen yörüngenin geçmişine baktığımızda “imparatorluk” – “krallık” – “teokrasi” – “demokrasi” vb. rejimlerle yönetilen sayısız devletlerin kurulup yıkıldığına ve yerine tekrar yenilerinin kurulduğuna, bazılarının da tarih sahnesinden un ufak olup silindiğine şahit olduk. “Büyük balık, her zaman küçük balığı yer!” misali, güçlü olamayan bir şekilde ya teslim olur ya direnip varlığını kabul ettirmeye çalışır ya da boyun eğip kaderine razı olur. Bunların hiçbirine uymayan tek millet vardır; O da aziz ve şanlı Türk Milleti’dir.

“Millet” olan ya da “ulusçuluk” a dayalı kurulan devletlerin geçmişine baktığımızda isimleri değişse bile her zaman “devlet” olabilmiş ve varlıklarını idame ettirebilmişlerdir. Bunu, o milletlerin kendilerine has genetik özellikleriyle açıklayabileceğiniz gibi millet ya da milletlerinin devletlerine ve köklü geleneklerine bağlı olmalarıyla da açıklayabilirsiniz. Dünya coğrafyasındaki bu milletlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Rus, İngiliz, Japon, Çin ve Türk Milleti bunlara iyi bir örnek teşkil eder.

“Boyunduruk” altına girmeyi / emir kulu olmayı ve başkalarının egemenliği altında yaşamaktansa ölmeyi yeğleyen Türkler, tarih boyunca her zaman bir “devlet” kurmuş ve biri yıkılınca diğerini – yedekte bekliyormuş gibi – kabul ettirmeyi de bilmiştir. Her gittiği yere adaleti götüren, zulmetmeyen, tebaalarına karşı adilane davranan ve takdire şayan idarecilik yapan, Napolyon’un “Bana Türklerden kurulu bir ordu verin dünyayı rehin alayım!” sözüne de mazhar olan bu millet; sayısız devlet kurup birçoğunun da yıkılmasına şahit olsa bile bugün adına “Türkiye Cumhuriyeti” denilen ve cennet bir vatana sahip olan bir devletle yönetilmektedir.

Devletler; komşularıyla ve - birbirleriyle ortak bağları olsun ya da olmasın - diğer devletlerle iyi ilişkiler içerisinde yaşar, yaşamaya çalışır. Devlet olmak da bunu gerektirir. Bu konuda en son Türk Milleti’ne akıl ve ders verilmesi gerekirken, bazılarının yürek yemiş farenin kediye kafa tutması gibi aptal cesareti göstermesi ve zaman zaman Türk’e / bu ulu çınara akıl vermeye kalkışması gerçekten de çok düşündürücüdür. Ne yazık ki son zamanlarda bunu daha çok görmekte ve bazıları bizi eski “Hasta Adam” a benzetmeye çalışmaktadır. Unutmuş olmalılar ki, o “hasta” dedikleri adam iyileşip ayağa kalktı ve birden fazla boylarının ölçülerini aldı ama akıllanan / tarihten ders çıkartan olmadığı gibi bizi “el pençe” bağlayan eski siyasilerin köhne dönemleriyle karıştırmakta ve akıllarınca halâ emir yağdıracaklarını zannetmekte, bu durumu sinemize çekip kabul edeceğimizi beklemektedirler.

Türk’e – Türkiye’ye emir vermeye çalışan ve köle muamelesinde bulunup istedikleri gibi evirip çevireceklerini zanneden, başta ABD olmak üzere kuyrukları olan İngiltere, Fransa, Almanya gibi AB ülkeleri ve onların yaltakçısı konumunda olan irili ufaklı devletçikler, “düşmanlık” konusunda Türkiye’ye karşı tek bir noktada buluşmuş ve cephe almış durumdalar. Bunları anlamak ve mantık çerçevesinde kabul etmek mümkün olabilir. Çünkü tarihten beri gelen bir kuyruk acıları ve Anadolu’yu ele geçirememenin verdiği bir eziklik – yenilmişlik duyguları var. Peki dünyevi ve uhrevi görüşleri birbirine uymayan, coğrafyası yakın ve tarihi bir gelenek ve geçmişleri olmayan, lafa sıra geldiğinde de aynı “Peygamberin Ümmeti” olmakla gurur duyan / dile getiren ve Türk’e – Türkiye’ye düşman olma noktasında birleşen Araplar’a ne oluyor?!..

Köklü bir devlet geleneği ve hukuku olmayan – aşiret mantığı ve mantalitesiyle yönetilen / yönetilmeye çalışılan, Arap devletleri; geçmişte İngilizlerinuşağı – yaltakçısı – kölesi iken de Türk’e düşmandı. Hatta İngiliz komutanlarından Allenby’nin “Çöl; Suyu, dağı, taşı Türk’e düşman olan yerdi. Türklerin, Araplardan gördüğü ihanetler insanlık namına yüz kızartıcı idi.”demesi bile Arapların, Türk düşmanlığını ortaya koyması bakımından çok önemlidir. Selçuklu, Osmanlı ve günümüz Türkiye’si için hep bir “arkadan hançerleme” adayı olan Araplar, günümüzde de zihin – toprak ve zenginliklerini İngilizlerden başka Amerika ve yaltakçılarının da eline kiraya vererek oyuncak etmişlerdir.

Petrol yataklarını peşkeş çektirmelerini bir tarafa bırakarak Mübarek toprakları küffar ayakları ile kirletmenin manevi ezikliklerini dile getirmeye saysak, buna ömrümüz yetmez, ancak 18 Aralık 2010’da Tunus’da başlayan Arap Baharı’yla ayakta tutunamayan ama devlet (!) gibi geçinen - Mısır haricinde geçmiş kültür / medeniyete sahip olamayan ama ona da “devlet” demek için bin tane şahit lazım - aşiret tayfaları, bugün – din de / coğrafyada / zihinde sağlayamadıkları ama Türkiye’ye düşmanlık konusunda bir araya gelerek oluşturdukları ve Arap Dünyası’nın tamamını temsil etmeyen - “birlik” leri sayesinde bize kafa tutmaya ve akıl vermeye çalışmaktadırlar.

Türkiye’nin, terör ve hain komşularla mücadelesi konusunda yapmaya çalıştığı Fırak Kalkanı – Zeytin Dalı Harekatları’ndan sonra son 10 gündür devam eden Barış Pınarı Harekâtı’nda da karşımıza çıkan devlet demeye dilimiz varmayan Mısır, Arabistan, Bahreyn, Ürdün, Dubai, Kuveyt, BAE gibi Arap aşiretler 9 Ekim’de açıklamış oldukları bildiriyle akıllarınca bizi kınayacak ve dünya kamuoyunda rezil edecekler. Siz önce kendi pisliklerinizi temizleyin, ondan sonra bize akıl verin tabii ki o akıl siz de varsa, ki yoktur!..

Efendileri Amerika ve İngilizlerin yanında yer alan ve BM – Arap Birliği’nde “kınama”, “nota” ve “veto” hakkını kullandıklarını zanneden bu Araplar’a “Al birini vur ötekine!” diyeceğiz ama elimize yazık olacak. En iyisi Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da dediği gibi “SİZİN TOPUNUZ BİR ARAYA GELSENİZ BİR TANE TÜRKİYE ETMEZSİNİZ.”

Son sözü rahmetli Prof. Dr. Muharrem ERGİN’in tespitiyle noktalayalım:

“Türkler, İslamiyet’ten beri Araplarla devamlı ve yakın temasta bulunmuşlardır. Bu münasebetlerde Türklerin hanesinde İslamiyet’i korumak ve yaymaktan, Arap çöllerine kan ve servet akıtmaktan, Arapları baş tacı etmekten, fedakârlık ve feragatten başka bir şey yoktur. Fakat yine de Türkler, Araplar’a bir türlü yaranamamışlar, onların da düşmanlığına engel olamamışlardır. Arap düşmanlığının belki de tek sebebi idare edilenin idare edene karşı, himayedekinin hâmisine karşı duyduğu psikolojik husûmettir. Fakat Türklerin bunda bir kusuru yoktur. İdare etmek, adalet götürmek, himaye etmek, efendi olmak Türklerin kaderidir.”

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı